hani küçücük çocuksundur. mahalle maçında dönemin topçularından biri olur, yeteneğine ve de işin tekniğine aldırış etmeden topa abanırken bağırırsın
ercan taner edasıyla. biraz saf, çokça da salak ve olaylardan habersiz bir çocuksundur. yıllar geçer, sen büyürsün, dünya kirlenir ama o çocuk içinde yaşamaya devam eder. mahalle maçında pis burunla iki sokak öteye yolladığı topa bile hagii diye bağırabilen, gece rüyasında topu göğsüyle yumuşatıp tee orta sahadan fener kalesine yollayan falan...
o çocuk büyümez dedik ya, adını umut koyup genellikle boşuna çıkılan yolculukların yegane dayanağıdır. konuya uyarlarsak 75. dakikasına 2-0 geride girilip takımın sahada eli belinde durduğu maçlarda bile "kazanırız" diye içten içe haykıran, ama kah stadın kah kahvehane halkının, kah da ev ahalisinin geri kalanının reaksiyonuyla gerçekle yüzleşebilen. en zor ve umutsuz maçlardan önce bile içi içine sığmayan,
bir galatasaray efsanesi daha yaratabilirsiniz lafına kendinden bile çok inanan falan...
yine öyle kağıt üzerinde umudun u harfinin bile abartı olduğu maçlardan biriydi işte. rakibin avrupa'nın en büyük bütçesine sahip hakiki bir yıldızlar topluluğu olduğu. o saf çocuk ruhun "alırız" sayıklamalarının ne kadar güçlü olursa olsun "akıl süzgecinden geçen"(!) nah alırız şeklindeki dış ses tarafından susturulduğu, "ne olur abi maç" sorusuna
galatasaray adının olduğu her yerde umut vardır şeklinde cevap vermenin bile marjinal bir yaklaşım olduğu, derbi maçın içinde kendini görüp yataktan gülümseyerek kalkan çocuğun rüyasında görse "üstüm açık kalmış herhalde" diye uyanacağı türden.
(bkz:
ne olur gerçek olsa masallar ya da biz masal olsak)