üç beş tane ergen irisinin birazcık kafa yorarak bir marka yaratabildiği günümüz dünyasında bir türlü yaratamadığımız markanın değeridir. bugün "embesil" diye itin götüne sokulan
z kuşağı'nın fertleri, primitif boyutta da olsa, marka yönetimini daha iyi yapabiliyor çok eleştirilen "fenomen olup yırtma" teşebbüsleri sırasında.
eğer başlayabilirse 2020-2021 sezonu benim takip ettiğim 20. süper lig sezonu olacak. gs-fb-bjk arasındaki maçların 6-11-16 haftalarda oynanması dışında bu 20 sezonun tamamında var olan, tamamını geçtim son 5-6 sezonda devam eden herhangi bir karakteristik özelliği benim aklıma gelmiyor.
bir marka yaratmak için her şeyden önce bir karakteristik yaratmak gerekiyor. dalga geçilen z kuşağı bile youtube kanalında her videosuna aynı şekilde başlayarak, haftanın aynı günü aynı saatte video yayınlayarak falan buna ulaşmayı deniyor. bizim milyon liraları beğenmeyen koca koca adamlarımız bunu akıl edemiyor. hep bir adaletsizlik, hep bir eyyam, hep bir kaos var; bu da bir karateristik sayılabilir optimist bir yaklaşımla. ama onda bile bir standart gerekiyor. bizde onun da sınırı yok, istikrarı yok, çıta her gün biraz daha yükseğe çıkıyor. geçen sezon skandal olan bir karar şimdilerde o kadar da skandal olamıyor...
ikincisi bir marka yaratmak için onu hedef kitlesiyle buluşturabilmek gerekiyor. bu bizim ürünümüz, fiyatı da bu, alırsanız çok memnun kalırsınız gibi bir pazarlama modeli olamaz. iyice terminolojiye girip kapitalizm borazanlığı yapmanın alemi yok. ama süper ligi bir marka olarak ele alırsak, hedef kitlesinin bu markaya/ürüne ulaşımı çok zor. normal prosedür "ürünü tavsiye edip denetip bir bağımlılık yaratmak" iken bizde "zaten ürüne bağımlısınız gelin hadi bu fedakarlığı da yapıp alın" şeklinde devam ediyor.
bugün 24 saat yayına devam eden 3 büyük takımın taraftar kanalları var. geçtim resmi yayın organlarını, bedelsiz yayın yapan platformlar bunlar. televizyonlarda sürekli pompalanan bir üç büyük masalı var. bir çocuğun ya da sonradan merak salmış birinin bu cendereden kurtulması güç. hadi kurtuldu diyelim. bu üç büyük kadar camiası olan toplasan 10 takım daha ya çıkar ya çıkmaz, onların bile yeni nesile istanbul düşmanlığı dışında sunabildiği bariz bir şey yok taraftar örgütlerinde. bugün puan durumunu açsan 10 yıl önce hayatta bile olmayan iki takım var. arada kapanmış, siyasi ya da maddi güçle el değiştirip isim değiştirip yoluna devam edenlerle birlikte listenin yarısı aslında yeni kulüpler.
bu sirkülasyonun içinde bir çocuğun bir takıma gönül vermesi, gönül vermeyi geçtim sempati duyması, bir el-ayak alışkanlığı kazanması, stada gidip gelmesi, o tutkuyu hissetmesi çok zor. milletin şimdilerde "solcu" diye ezbere sempati duyduğu adana demirspor bile işte iktidara yakın bir başkanın pompaladığı parayla süper lig kovalayabiliyor.
üç büyük masalına ruhunu satmayacak kadar bilinçli bir insan için büyük sorunlar bunlar, biz üç büyük takımın taraftarı artık kaşarlandık ne olsa yalar yutarız da...
ve en temel sorun. bizim ligimizi marka olarak ortaya çıkarmaya çalışanlar sadece para pompalayarak, dönen ekonomiyi büyüterek bir değer yarattıkları gibi müthiş bir algı içindeler. oysa ürünün kendisini daha da kötü hale getirdiklerinin farkında değiller. ki aslında bu da biz türklerin kafa yapısındaki bir sorun, "ben de yaparım olur". olmuyor işte...
premier lig'in yayın gelir dağılım tablolarına bakarak oraya ulaşmayı hedefliyor bizim ligimizi yönetenler. premier lig'in sunduğu ürüne kimse bakmıyor. premier lig eğer sahaya çıkacak oyuncular için bu kadar seçici davranmasa, sahadaki ürünü bu kadar gözetmese bu paralara hiçbir şekilde çıkaramazdı kendi markasını...
kaldı ki tek marka ya da pazarlama başarısı premier lig değil dünyada. o en iyisi ve direk onu kıstas almak biraz da evde otururken usain bolt'u izleyip "ben de 100 metreyi 9.58 koşacam" demeye benziyor.