aşağı yukarı 30 yıldır galatasaray tribünlerine hükmeden kişi. bundan otuz yıl önce, ya da kırk yıl önce; bu işlere meraklı insanlar ne yapıyorsa o da benzer şeyler yapıyordu. başını çektiği
haznedar grubuyla birlikte ön plana çıkmaya başlamış.
mühendis oktay'ın öldürülmesi olayında adı anılır semtiyle birlikte. "cenk dönemi"nin meşhur olaylarından, kızıltoprak karakol baskını olarak da anılan gece beşiktaşlılar ile birlikte yer almış hatta adı gazete haberlerinde geçmiştir. beşiktaşlıların inönü stadı'nda kapalı tribüne kimseyi sokmadığı dönemde de muhtemelen fenerbahçe tribününden bazı kimselerle birlikte çatışmıştır beşiktaşlılara karşı.
2020 yılında dönüp bakınca eleştirmek kolay, anlamlandırabilmek zor böyle şeyleri. bahsi geçen olaylar buzdağının görünen yüzü, belki de bir havuzun içinden alınmış bir şişe su...
yetmişlerin türkiye'sinde çatışma hep vardı zaten sağ-sol kutuplaşması yüzünden. o çatışmalar önce semt çatışmaları haline geldi, oradan tribünlere yansıdı. ya da belki tribünlerde var olan insanlarla zaten çatışma meraklısı insanlar kaynaştı(rıldı); tam bilemiyorum...
kurtarılmış bölge kavramının aktif olduğu dönemlerdi. sağcıların bölgelerine solcular, solcuların bölgelerine sağcılar giremiyordu. o konjüktürde "tribün" alemi de bunu kendi içinde sağlamaya çalıştı. zaten üç takım da maçlarını inönü stadı'nda oynadığı için tribün için sabahlama ortamı da kendiliğinden oluşmuştu.
cenk dönemi diye geçer literatürde. düpedüz vahşettir sözlük karşılığı. yumruk kavgası şeklinde başlamıştır önceleri, sonra sopalar, sonra bıçaklar, en sonunda silahlar... "bu kapıdan bizim taraftar girecek" kavgası diye başlamıştır da sonra insanların kelle koltukta gezdiği, ligin bile oynanmadığı zamanlarda "mekan baskınları"nın yaşandığı bir ortama kadar gitmiştir.
bütün gün sokakta, bir duvarın üstünde beraber yaşanan zamanlardı. cep telefonu yoktu, telefon sınırlıydı, televizyon yeni yeni geliyordu. o zamanların, o şartların olaylarıydı bunlar hep. mahallede bir olay olduğunda camın arkasından telefonla canlı yayın açıp "vahşete bak" denilmeyen, "sen kimsin bizim mahallenin çocuğuna/kızına dokunuyorsun" diyerek olaya müdahil olunan zamanlardı.
2020 yılından dönüp bakınca o günleri, o ruh halini, kafa yapısını anlamak zor. takımların bayrağı altında yapılıyordu ama kavgalar insanların kavgasıydı. daha doğrusu şehir dışındaki galatasaraylıları, örneğin benim gibi kıbrıs'ta yaşayan birini çok da alakada etmeyen olaylardı. zaten şimdiki gibi kolay da değildi şehir dışından hatta ülke dışından müdavim şekilde gidip gelebilmek maçlara. bilgi akışı da bu derece olmadığından herkes istanbuldaymış gibi yaşayamazdı 7/24...
taa bu zamanlardan beri sözünü geçirmiş, hakimiyetini kurmuş birisidir. reis lakabı da ordan gelir. galatasaray tribünü kadar diğer tribünlerde de saygı görür. hem yaşına, hem geçmişine, hem ağırlığına hürmetten. "barış" sonrası da galatasaray tribünlerinde hakimiyetini devam ettirmiştir. fenerbahçe ve beşiktaş tribünlerinin aksine mutlak hakimiyetini aradan geçen 30 yıla yakın sürede korumayı bilmiştir.
tabi zurnanın zırt dediği yer neresidir? ultraslan...
bugün ultraslan, hakikaten, dünyanın en büyük taraftar örgütlenmesine sahiptir. ülkenin tüm illerinde, pek çok ilçesinde, tüm üniversitelerinde, kktc'de, tüm avrupa'da, dünyanın pek çok ülkesinde aktif "tayfa"sı bulunan bir örgütlenmeden bahsediyoruz. kulübün hangi branşının hangi takımı nereye gitse karşılayan, oteline götüren, maçta destekleyen, maçtan sonra ağırlayan, sonra da yolcu eden insanlar var. münferit taraftar da yapıyor elbette bunu ancak ultraslan ismi altında birileri illa ki en önde oluyor.
ultraslan genellikle orta sınıf, iyi eğitimli, iyi yetişmiş insanları tribüne entegre edebilmek hedefiyle başını çıkardığı zaman; bunun
sebo reis'e rağmen yapılamayacağı denenmiş görülmüş bir olaydı.
(bkz:
aslanlar)
ultraslan,
tayfa etiketiyle sebo reis ve hakimiyetindeki galatasaray tribününü hiyerarşinin başına koyup desteğini arkasına alarak işe başladı. "her galatasaraylı bir ultraslan'dır" sloganı da hemen ortaya çıktı. amaç insanların haliyle uzak durduğu tayfa ile münferit galatasaraylı taraftarları kaynaştırmaktı. böylelikle tribünde bir tek vücut hali olacak, tüm tribünler koordineli şekilde tribün performansı gösterebilecekti.
ancak özellikle internetin gelişmesiyle ultraslan örgütlenmesi tahmin edilenin de ötesine geçince işler de çığrından çıkmaya başladı. 1990'daki futbol ile 2020'deki futbolun da değişimi de eklenince epey çarpık bir durum ortaya çıktı. semtinin mutlak hakimi, tribünün reis'i, istanbul tribünlerinin abisi iken bir anda tüm dünyadaki 20 milyon galatasaraylıyı temsil edebilme konumuna yükseldi.
hem sebahattin abi'nin geldiği kültür, hem de onu "reis"liğe yükselten yapı için hayalin bile ötesinde bir durumdu bu. o insanlar gecenin karanlığında ücra sokaklarda ya da mezarlıklarda birbirini kovalarken günün birinde işlerin bu hale geleceğini düşünmemişlerdi elbette. dediğim gibi takım bayrağı altında yapılıyordu elbette bu kavgalar ama o insanların kavgasıydı aslında. en fazla bir deplasmana gidip stada girdiklerinde "istanbul" diye bağırdıkları vakit tribündekilerin sağa sola çekilip yer açmalarını falan beklerlerdi. hasta oldukları zaman dünyanın dört bir köşesinden "geçmiş olsun reis" diye pankart yapılıp fotoğrafının yayınlanmasını değil...
geleneğin yenilikle mücadelesidir aslında ortaya çıkan tüm durumlar. kendisine getirilen tüm eleştiriler de bu çatışmanın ortaya çıkardığı tezatlıkların sonucudur.
sabahlayan tayfa yara bere içinde ama mağrur bir ifadeyle stadın önüne geldiğinde kuyruktakiler tereddüt etmeden yer verirdi. en fazla içerde biraz daha sıkışılır yine hep beraber durulurdu. 9 taksitle kombine satılan, "al kardeşim bu koltuk bu sezon senin" diye sözleşme imzalatılan, passolig çıkarılan bir düzende insanlardan bunu beklemek farklı bir olaydır.
"sebo reis" ile "ultraslan tribün lideri sebahattin şirin" arasında dilemma da tam olarak bu noktadadır...