https://twitter.com/...s/732512988024832001 rasim ozan kütahyalı esasında başka bir neden olmaksızın, sadece rasim ozan kütahyalı olduğu için haksızdır ama yine de vaktimiz bol olduğundan konuyu açalım.
dikkat ederseniz konuşmanın başında allah kahretsin'ler, adam değilsiniz'ler, ulan'lar havada uçuşuyor. bunlar alt kültüre mesaj ulaştırmada rok'un içlerinden biri olarak orada olduğunu göstermesi bakımından işe yarıyor. ayrıca değişen siyasi jargonun da etkisiyle bu tip mahalle ağzı ifadeler usturuplu, amaçlı eleştirilere göre dobra kabul ediliyor.
yılanlı mılanlı espriler geçtikten sonra ciddiye alınabilecek tek bölüm olan "bakın galatasaray yönetimi , onurunuzla istifa edin." geliyor. bu kısma ben de katılırım. bu yönetimle bir geleceğimiz olmadığı açık. fakat bunun sonrasında anlattıklarının ne doğruluk payı ne de ciddi temellendirmesi var.
istifa isteğinden sonra rasim'in asıl derdi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. kulüp bir rus ya da arap milyardere satılmalıymış. hatta neymiş, malcolm gladwell miymiş, manchester united'ın sahibi. ona satılmalıymış. muhtemelen bu isim verme işini de entelektüel görünme çabasından dolayı gerçekleştirdi. öncelikle manchester'ın sahibi gladwell falan değil. malcolm gladwell, ülkemizde de satılan outliers ismindeki çok başarılı bir psikoloji kitabının yazarı. manchester united'ın şu anki sahibi glazer ailesi. ailenin 2014'te ölen babası malcolm glazer ise rasim'in gazeteci, bahsettiğim outliers isimli kitabın yazarı, malcolm gladwell ile karıştırdığı isim.
bu noktada az da olsa manchester united tarihinden söz etmek lazım. kulüp on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde newton heath lyr football club adıyla lancashire and yorkshire railway şirketinin taşıma departmanınca kuruluyor ve ilk maçlarını diğer departmanların ve demiryolu şirrketlerinin kurduğu takımlarla yapıyor. ingiltere'de kurulan ilk liglere bu şekilde katılan kulüp, kuruluşundan on beş yıl geçmeden demiryolu şirketinden bağımsız hale geliyor ve yirminci yüzyılın başında, daha galatasaray kurulmamışken, yerel iş adamlarınca sahipleniliyor. bu iş adamlarından biri olan john henry davies kulübün başkanı oluyor. kulübün adı da bu sıralarda manchester united yapılıyor. takip eden yıllarda defalarca iflasın eşiğine gelen kulüp, kendisini satın alan iş adamlarınca bu durumdan kurtarılıyor ve bu iş adamları kulübün başkanı yapılıyor. ünlü menajer busby'nin bir arkadaşı olan louis edwards'ın 60'lardan kulübün borsaya açıldığı 1991 yılına kadar birkaç satış girişimine rağmen elinde tuttuğu kulüp bu tarihten itibaren hissedarlar arasında yaşanan güç çekişmesine sahne oluyor ve %75'in üzerindeki çoğunluk hissesi 2005'te glazer tarafından ele geçiriliyor. tüm bunlara rağmen kulübün hala hatrı sayılır miktarda borcu bulunuyor ve glazer yönetimi bu borcu cebinden para çıkararak ödeyemiyor.
bunların haricinde manchester united bir başkan takımı değil menajer takımı. kulübün çok erken yıllardan sonra ilk defa adını ciddi anlamda duyurup uluslararası başarı kazandığı sezonlar 1950'li yıllara denk geliyor ve dönemin menajeri matt busby. busby'nim yarattığı jenerasyonun münih'e çakılmasını takiben kulüp birkaç yıl daha başarılı oluyor ama busby'nin temelli bırakışıyla eski istikrarsız günlerine geri dönüyor. 70'lerde küme bile düşmüşlüğü olan kulüp sexton ve atkinson dönemlerinde aldığı kısmi başarılı sonuçların ardından ancak ferguson'un takımın başına gelişiyle bildiğimiz haline bürünüyor.
galatasaray örneği ise ne yukarıda anlattığım başkanlık durumuna ne de menajerlik durumuna uyuyor. galatasaray'ı kuruluşundan itibaren en başarılı türk kulübü haline getiren unsur aniden zenginleşen anadolulu tüccarlarca değil yüz yılı aşkın süredir işin başında olan lise kültürünce yönetiliyor olması. kolojvar'a yapılan ilk yurt dışı seyahatinin galatasaraylılarca yapılmış olması da derwall'e ilk sene aldığı başarısız sonuçlara rağmen sabredilmiş olması da derwall'in istanbul'da kalması için gerekli sözlerin verilmiş olması da bu kültürün ortaya çıkardığı gelişmeler. galatasaray bu kültür sayesinde aziz yıldırım benzeri bir zengin iş adamının elinde oyuncak olup şike benzeri suçlara karışmaktan kurtuluyor. galatasaray bu sayede tarihinin en başarılı hocası kendini kulüpten ve kulüp kültüründen yukarıda görmeye başlayınca hocasını gönderebiliyor. galatasaray bu yüzden hollmann gibi hamzaoğlu gibi teknik direktörlerle şampiyon olabiliyor. taraftar profili boğazın karşı yakasındaki rakibiyle aynı olmasına rağmen galatasaray lise kültürü nedeniyle avrupa'da rakibinin düşleyemeyeceği başarıları ilkin elde edebiliyor.
galatasaray'ı oluşturan unsurlar manchester united'ı ve başka kulüpleri oluşturanlardan çok farklı. arap ve rus milyarderle tarafından satın alınan kulüplerin hiçbiri ülkenin en başarılı eğitim veren okullarının birinin öğrencileri tarafından kurulmuş ve yıllarca yönetilmiş değiller. bu kulüplerin hepsi yıllardır zaten ticari mal gibi işlem gören, zengin iş adamlarınca yönetilen yapılar. glazer'ın united'ı almasına yapılan eleştirilerin temelinde bu adamın ve ailenin zengin olup kulübü istediği gibi yönetebilecek olması değil yahudi olmaları vardı. abromoviç konusunda benzer bir eleştiri kulüp içinden değil dışarıdan, zengin bir "rus" iş adamının ingiliz futbolunu ele geçireceği yönünde geldi. arapların city'i alması da benzer ırk üzerinden tepkilerle karşılandı. bunun nedeni bu kulüplerin taraftarlarının zaten kulüplerin zengin iş adamlarınca yönetilmesine alışık olmaları, başka milliyetten zengin iş adamlarınca yönetilmesine alışık olmamalarıydı ki city ve chelsea gibi tarihinde başarı olmayan kulüplerin taraftarı başarı geldikçe zaten tek tük olan bu sesleri tamamen kestiler.
galatasaray "monşerler" tarafından değil anadolu kaplanları tarafından yönetilse şu ana kadar kazandığı avrupa başarılarının, judo mudo hariç, çoğunun gerçekleşmeyeceği bir yana, türkiye gibi siyasi istikrarsızlığın pençesinde bir o yana bir bu yana sallanan bir ülkede galatasaray lisesi gibi statik bir güç tarafından yönetilmenin bir emniyet supabı olduğu su götürmez bir gerçek. galatasaray lisesi; varsın robin van persie'nin galatasaray'a gelmesini sağlayamasın, varsın dursun özbek gibi gerçek bir vizyonsuzu takımın başına getirsin cemaat gibi bir yapının bile içine girmeye çalışamayacağı kadar kapalı, iktidar kavgası nedeniyle herhangi bir yönden sarsılmayan, her türden iktidarla arası mesafeli olmak kaydıyla saygılı, türkiye gibi üniter devlet mekanizmasının içilen içki saatini kontrol etmeye çalıştığı bir ülkede olabilecek en özerk yönetimlerden birinin oluşmasının ana nedeni konumundaki bir güç.
rasim'den gitmeye devam edelim. inan kıraç'a "yaşın seksen, öleceksin zaten" gibi nezaketten uzak, siyasi iktidarın yandaşı olmanın verdiği pervasızlıkla galatasaray'ı uluslararası konsorsiyuma vermesini öğütleyen rasim "imtiyaz" benzeri sözcüklerle reis'inin dilinden konuşmaya devam ediyor. bir kere konsorsiyum rasim'in sandığı şey demek değil. yine gavurca terim kullanmanın dayanılmaz hafifliğine kurban giden rasim bir de buradan yola çıkıp galatasaray'a akıl vermeye kalkıyor. verilen man u, chelsea örneklerinde şirketler kulüp başkanlarının sahibi olduğu holdingler tarafından yönetiliyor, konsorsiyumlar tarafından değil. galatasaray adası meselesinde de popülizm yapıyor ama bu konuda haksız değil. bu kulübü boğmamasını söylediği galatasaray lisesi, galatasaray'ın bugün sahip olduğunu söylediği marka değerini oluşturan etmenlerin başında gelir. hatta etmen değil etken bile diyebiliriz çünkü galatasaray'ın taraftarının çokluğu, iyi menajer ve oyuncular tarafından tercih edilmesi bile galatasaray lisesi tarafından kazandırılan vizyonun sonucu olarak sayılabilir.
rasim'in sonlara doğru verdiği güney afrika örneği aslında tüm konuşmasının özeti niteliğinde. bu örneğe göre galatasaray yönetimi güney afrika'da hala iktidarı bırakmayan faşistlere benziyormuş. kim abi bu faşistler? yani; ortaya bir laf atıp, bu lafı alakasız verilerle destekleyip alkış almak bu kadar kolay olmamalı. apartheid denilen, rasim'in "güney afrikalı faşistler" olarak tanımladığı dönem 90'larda zaten tamamen sona erdi. de klerk ise nobel barış ödülü'nü yine 90'larda aldı. sonrasında bizim ülkemizin beyaz faşistleri tarafından tişörtle anıldığı için futbolcularımıza ceza verilen mandela falan geçti yönetime. şu anda da mandela'nın partisi güney afrika'da iktidarda. kim hangi iktidarı hala bırakmıyormuş yahu? inan kıraç'ın bu durumda, bu gereksiz ve yanlış örnekten alması gereken ders ne?
galatasaray lisesi'nin bazen canaydın gibi, özbek gibi kötü başkanlar getirebildiğini hatta gereksiz bir muhafazakarlıkla aysal'ın yapmaya çalıştığı gibi ilerici hamlelere engel olabildiğini kabul ediyorum. dursun özbek yönetimi gerçekten de istifa etmeli. inan kıraç'ın kuküp içindeki etkinliğinin söylendiği boyutta olduğuna inanmasam da bu etki azaltılmalı. galatasaray sponsorlar konusunda özellikle amatör branşlarda daha esnek bir yapıya bürünmeli. fakat tüm bunları rasim'in çözümü gibi kulübü, türkiye gibi mutlak olmayan gücün bile mutlaka yoldan çıkardığı bir ülkede zengin bir anadolu kaplanına ya da yabancı iş adamına vererek değil lise gibi bir değeri yitirmeden gerçekleştirmeli.
düzeltme: hızlı yazdığımdan olacak, yazım hataları çıkıyor. fark ettikçe düzeltiyorum.