• 1
    her babayiğidin harcı değildir.

    bir kaç seneden beri moda "tiki taka" dediğimiz kısa paslarla oynanan futboldur.
    moda dediğime bakmayın, bu futbolu oynayan ve oynayabilen en iyi takım barcelona'dır.
    müthiş yetenekli futbolcular ile oynanabilen bir futboldur "tiki taka".
    barcelona tarzı futbol bugüne kadar yani 2013 yılına kadar iyi kötü bir şekilde herkesin kafasına girdi.
    bazen her takım onlar gibi oynamak istedi, tutmayınca alternatifler üretilmeye başlandı.
    oynanması kolay gibi görünen ama zor olan "tiki taka" futbolunu oynayamayan takımlar, bu sefer o oyunu bozmaya çalıştılar.
    en başta jose mourinho'lu real madrid. nasıl bozmaya çalıştılar? çok koşarak, sert futbol oynayarak.
    başarılı oldular mı? pek sayılmaz, barcelona hep kazanmanın bir yolunu buldu.
    guardiola oturturmuştu çünkü sistemi. iniesta, xavi, david villa, messi gibi futbolcular hayatlarının en iyi dönemini yaşıyorlardı.

    "bu barcelona'yı yenecek takım yok", "barca ve real dünyanın en iyi takımları" tarzı yorumlar yapıldı belki de haklı olarak.
    ama almanya'ya kimse bakmadı. bundesliga'da oynayan bayern münih ve borussia dortmund takımları yavaş yavaş dünya'yı kasıp kavuracak bir futbol sistemi bulma peşindeydiler. borussia dortmund 2010/2011 ve 2011/2012 sezonlarında şampiyon olunca herkes anladı almanya'da bir şeyler olduğunu. bayern münih'i tahtından indirmişti artık bvb. türkiye "nuri şahin" ile gurur duymuştu, polonya lewandowksi ve błaszczykowski ile gurur duymuştu. ama tüm dünya dortmund'un oynadığı futbolu takdir etmeye başlamıştı. enerjik, sert, hızlı ve aynı zamanda teknik bir futbol oynuyordu bvb. bunu gören bayern münih hemen düğmeye bastı. gerekli transferler yapıldı ve heynckes gibi bir uzman getirildi başa. yapılan düzgün transferler ile bayern münih de bvb'nin oynadığı futbolu oynamaya başladı. herkes iki kişilik oynuyor artık bu iki takımda. vücut olarak inanılmaz güclü futbolcuları var ama aynı zamanda da teknik olan futbolcular ile doldurdular takımı.

    bvb bununla da yetinmeyip teknoloji'yi de kullanarak footbonaut dediğimiz über ürünü geliştirdi ve takımına sundu.
    footbonaut'a o spor programlarına çıkan bazı insanlar "abi, ne gerek var? topu kontrol edemeyen, pas yapamayan adam mı geliştireceğiz profesyonel takımda? gibi yorumlar yapmıştı. bu alet sadece kontrol ve pas vermeyi geliştirmiyor yalnız.
    bu alet hızlı düşünmeye büyük katkı sağlıyor, düşünme süresini indiriyor. ve bu günümüz futbolunda belki de en önemli şey.

    işte o alet: http://www.youtube.com/watch?v=WhAyX81zP2M

    sonuç olarak baktığımız zaman bu futbolu oynayabilecek olan takımlar alman ve ingiliz takımları şu anda.
    fizik olarak biz alman ve ingilizlerin arkasındayız, kabul edelim. ne yazık ki durum böyle.
    teknik konusunda o kadar geride sayılmayız aslında ama takım oyunu olarak da gerilerindeyiz.
    yapılamaz mı. gayet de güzel yapılır. fizik olarak çok üst düzeyde olmamız gerekiyor ve futbolcuların "futbol bilgisi" dediğimiz kavramı geliştirmesi gerekiyor. gerekirse footbonaut'u da kullanırız ama yeter ki fizik olarak iyi olalım ve hızlı futbol oynayabilelim.
    her top geldiğinde kontrol etmek zorunda olmasın futbolcularımız, tek pas ile devam ettirsin istiyorum. çok şey istemiyorum aslında.

    biraz uzun bir entry oldu, kusura bakmayın.
    hayalim takımımın hızlı futbol oynadığını görmek be sözlük.
    çok mu şey istiyorum?
  • 2
    yetiştirilme tarzıyla da alakalı bir durumdur esasında. kendi başımdan geçen bir hadise: dortmund'da 2007 yılında gönüllü olarak çalışmak için bir gençlik kampına katıldım. her gün ayrı aktiviteler vs vs. 2 gün boyunca temamız futbol olacaktı. saha kuruldu kaleler, kenarlar vs. ilgilendiğimiz çocukların yaşları 7-11 arası. takımlar falan da kuruldu, hakem olarak da ben görevliydim. çocuklar sahaya çıktılar ve bildiğiniz pozisyon aldılar, yedişer kişiyle oynanan maçta 3-2-1 sistemi kurdular karşılıklı ve hiçbiri birbirine kızmadı gücenmedi. maç esnasında kaleci uzun degaj yaptığında arkadaşları kızıyordu, hepimiz oynuyoruz burada, bize de vermelisin paslarla gitmeliyiz gibisinden. bıraktım hakemliği falan, oturdum çocukları izledim. takır takır pas yapıyorlardı, uzaktan şut çekip kahramanlığa girişmiyorlardı. aralarında en kötü oynayana bile saygı duyup onla da paslaşıyorlar, onu ezmiyorlardı. o yaştaki çocuklar faul falan da yapmıyorlardı, yaptıklarında da birbirlerinden özür diliyorlardı.
    ha yanlış anlaşılmasın, bu çocuklar minik futbol takımı falan değildi, bildiğiniz mahallenin bebeleriydi.
    o anda anladım ki dağlar kadar fark var aramızda mantalite olarak. hangi biriniz inkar edebilir ki "bizler de mahallede kendi aramızda oynadığımız maçlarda aynı böyleydik" diye? belki üçümüz, belki beşimiz... işte bu üçle beşle olacak iş değil.
    temelden alışmak gerekiyor bazı şeylere, bu çocuk futbolcu olacak dediğin anda onu kahraman olarak gazlamak yerine takımın önemli parçası olarak gazlamak çok daha parlak gösterir türk futbolunun geleceğini.
App Store'dan indirin Google Play'den alın