27
profesyonel olarak 44. ve süper lig adı altında oynanan ilk sezon. bunun yanı sıra ikili averaj kuralının uygulandğı ilk sezondur. 2002 dünya kupası sebebiyle devre arası iki haftayla kısa tutulmuş ve mayıs ayının ilk haftasında sona ermiştir. şampiyonluk ipini göğüsleyen galatasaray 15. defa şampiyon olarak türkiye'de üç yıldızı formasına takma hakkı kazanan ilk takım olmuştur. fenerbahçe ikinci sırayı alarak şampiyonlar ligi 3. eleme turuna katılma hakkı kazanmıştır. beşiktaş, ankaragücü ve denizlispor ligdeki sıralamalarıyla; kocaelispor da kupa şampiyonu olarak uefa kupası biletini almıştır. yimpaş yozgatspor, antalyaspor ve çaykur rizespor küme düşen takımlar olmuştur.
daha yaz aylarında galatasaray-fenerbahçe arasında geçeceği belli olan bir sezondu aslında. bir önceki sezon kıran kırana bir yarışa girmişti iki takım. dört sene üst üste şampiyon olup üzerine avrupa kupası alan galatasaray'ın serisini bir şekilde kırmıştı fenerbahçe. o kadrosunu da korumayı başarmıştı. kiralıktan dönen baliç ve sakatlıktan dönen uche de eklenmişti. transfer dönemi geçen sezona göre sönük geçmişti ama var olan kadronun bir önceki sezon performansı güven veriyordu.
galatasaray içinse değişim dönemi vardı. son 9 sezonda 6 şampiyonluk, arada uefa kupası ve süper kupa gelmişti. önceki sezon şampiyonlar ligi'nde çeyrek final görülmüş, iki kulvarda mücadelenin sebep olduğu puan kayıplarına rağmen özellikle avrupa sonrası gösterilen performansla şampiyonluk son 45 dakikaya kadar kovalanmıştı. imparator fatih terim'in yerine 2000-2001 sezonuna başlayan mircea lucescu göreve başladıktan birkaç ay sonra "oyuncuların posası çıkmış, bu sisteme devam edemem" diyerek değişim sinyallerini vermişti zaten.
gheorghe hagi rüya gibi geçen 5 yılın ardından sezon sonu futbolu bırakmıştı. okan-emre ikilisi okansız deyişine sebep olan bir sürecin ardından inter'e hakan şükür'ün yanına gittiler. taffarel parma'ya, popescu lecce'ye, fatih mallorca'ya, hakan ünsal blackburn'e, ümit davala ise sezon başladıktan hemen sonra milan'a gitmişti. bir önceki sezonun avrupa'daki transfer bombası mario jardel ise özel hayatındaki sorunların da etkisiyle ülkesine dönmüştü. sporting lizbon'a galatasaray'a maliyetinin üçte bir fiyatına gitmişti, bonservis bedeline ek olarak mbo mpenza robert spehar pavel horvath üçlüsü gelmişti ki. ne alınan bonservis parası 2000 yazında ödenen iki sezonluk transfer bütçesi paranın açtığı bütçe açığını dengeleyebilmiş, ne de meşhur üçlü argo tabirle bir sike derman olabilmişti. temmuz ayında yapılan olağanüstü genel kurulda yönetim de değişmiş, bir önceki yönetimde asbaşkanlık görevini yürüten mehmet cansun başkan olmuştu.
o efsaneleşen kadronun yerine neredeyse baştan bir takım kurulması gerekiyordu. kale can tengizman'ın 12 yaşındaki oğlunun önerisiyle faryd aly camilo mondragon'a teslim edilmişti ki o günlerde kariyer sebebiyle biraz şüpheyle bakılan bu kolombiyalı 6 sene sonra "mondi" olarak bir dolu güzel anılar ve gönül bağıyla ayrılacaktı türkiye'den.
kalenin önü büyük kaptan bülent korkmaz ve emre aşık tandemi vardı. defansın sağ tarafı carlos "arka direk" capone'nindi. soluna ise mondragon'un da tavsiyesiyle gustavo victoria kiralık olarak takıma katıldı. okan buruk emre belözoğlu suat kaya voltranının dağılması sonrası defansif gücü yüksek tutmak adına orta sahanın ortasında lucescu'nun manevi oğlu bülent akın'ın yanına sezon sonu beşiktaş'ın kocası title'ını da kartvizitine ekleyecek olan uruguay'lı andres jose fleurquin ve beşiktaş'tan o dönem için ligin en kaliteli "hücuma yönelik orta saha" oyuncusu ayhan akman takviyesi yapılmıştı. devre arasında ise bu ekibe ligin o dönemki en kallavi üç dmcsinden biri olan joao batista katılmıştı. on numara pozisyonu ise"hayırsever iş insanı" fadıl akgündüz'ün milletvekilliği maceraları sonrası siirtspor'da ortada kalan ve 1 sezonluk aranın ardından takıma dönen sergen yalçın'ın olmuştu.
sergen'in bu sezondaki maceraları da enteresandı. kronik kilo problemine rağmen sezonu ilk yarısında düzenli forma şansı bulmuştu. ligde 7 gol 8 asist, şampiyonlar liginde 2 gol 2 asist istatistiği vardı ama pek öyle averaj için istatistiği yoktur. ilk hafta gaziantep deplasmanındaki tek puanı aldıran golü, ertesi hafta denizli maçındaki tek golde verdiği asist, iki hafta sonra 2-1 biten antalyaspor maçındaki golü, efsaneler efsanesi olarak da sami yen'de göt donduran bir havada oynanan samsunspor maçında ilk yarıda 2 golle hesabı kesip ikinci yarıda elinde çayla kulübeye geçip maçı izlemeye devam etmesi bir çırpıda aklıma gelen olaylar. şampiyonlar liginde de net hatırlanan sami yen'deki lazio maçnda galibiyet golünün asisti, kabus nantes deplasmanında oyuna girip attığı golle maçı kazandırması, ikinci tur biletini aldığımız psv maçında tur kapısını aralayan ikinci golü atması yine istatistiklere bakmadan akıma gelen hadiseler. zaten bunları çıkaınca geriye pek bir şey kalmıyor...
iç sahada yine kabus gibi geçen ve ara transferde takıma katılan murat sözkesen'in galatasaray kariyerindeki tek golüyle kazanıp nefes aldığımız malatyaspor maçında bağlarını koparmıştı bir pozisyonda. düzenli forma giydiği sezonda dünya kupasını kaçırması ise kendi kariyeri adına yazık olan detaylardan biri olarak kalmıştı..
orta sahanın solu sezon sonu dünya kupasında kendi deyimiyle "yıldız olup çıkacak" hasan şaş'a emanetti. sağ kanada ise 2 sezon önce fransa liginde parlayan, ingiltere'de geçirdiği sakatlık sonrası eski günlerini arayan sebastien perez kiralanmıştı blackburn'den. 1997-1998 sezonunda bastia forması ile fransa ligini sallamıştı bu uzun saçlı enteresan abimiz. 1998'de blackburn ile premier lige ayak basmış, kısa süre sonra yaşadığı diz sakatlığı onu futboldan bir süre uzak bırakmıştı. türkiye performansı bizim coğrafyada epey bir şaşkınlık yaratsa da özellikle fransız futbol kamuoyu bu performansı onun geç de olsa eski günlerine dönüşü olarak yorumlamıştı.
forvete yapılan en büyük takviye ise o sezon için türkiye'de yılın transferi olarak gençlerbirliği'nden alınan ümit karan idi. yanında bir önceki sezonun gol kralı, geçen sezon ise attığı gol kadarı hakem kararıyla iptal edilen kuzeyin oğlu serkan aykut ve yıllarını galatasaray forvetine adamış (bkz: joker arif) vardı.
böyle anlatınca "fena kadro değilmiş aslında" dedirtse de türkiye'de sahaya 1-0 önde çıkan, avrupa'da belli bir seviyeye kadar olan tüm rakiplere oyununu kabul ettiren o efsane kadrodan sonra taraflı tarafsız herkes için soru işaretleriyle doluydu. türkiye ligi'nde özellikle hücum yönüyle iyi kötü kafaya oynayabilecek bir kadro olmasına rağmen avrupa'da ne yapabileceği çok büyük merak konusuydu. o kısmını da ayrı bir yazıya bırakmak en doğrusu aslında ama spoiler verelim;
(bkz: şampiyonlar ligi 2001-2002 sezonu)
fenerbahçe son şampiyon apoletiyle, kadrosunu dağıtmadan sezona başlamıştı. uzun yıllar sonra yaşanacak şampiyonlar ligi tecrübesine rağmen adeta karakteristiği olan "transfer şampiyonu" felsefesinden çok uzak bir yaz geçirmişti, muhtemelen bir önceki sezon abanmış olmanın da verdiği etkiyle. yine de oktay derelioğlu ve ceyhun eriş gibi türkiye ligi için kalburüstü ama avrupa için soru işareti iki transfer yapmışlardı. ümit özat yıllar içinde performansını arttırıp bir kulüp efsanesi olacaktı ama ali akdeniz ve hakan bayraktar isimleri fenerbahçe'nin kulübede adam çürütme histerisinin çıkış noktalarıydı adeta...
sezonun ilk yarısında stadın maraton tribünü inşaat halindeydi. bu haliyle de atmosfer olarak sönük bir haldeydi. şampiyonlar liginde sıfır çekerken üç maçı da adeta iki kale arkası tribüne karşı oynadılar. geçen sezon 51 puanla tulum çıkardıkları iç sahada tüm bu aksiliklere rağmen 46 puan çıkarmayı başardılar. galatasaray şampiyonlar liginde yine gümbür gümbür giderken 6 maçta 6 mağlubiyetle geri dönmüş olma travmasıyla sık sık federasyon binasına yürüyüş düzenler olmuşlardı, galatasaray'a keyfi fikstür yaratıldığı ve "zırt pırt" maçlarının ertelendiği sebebiyle. lucescu'nun "köpekler istedi diye atlar ölmez" sözünü ezeli rekabetin lugatına sokması bu yürüyüşler sonrasında gerçekleşmiştir.
beşiktaş ise 6 senelik şampiyonluk hasretini dindirme parolasıyla sezona başlıyordu. samsunspor'dan ilhan mansız ve tümer metin ikilisini transfer ederek onlar da kendi bombalarını patlattılar. özellikle 1999-2000 sezonunda fevzi'nin ıskasına takılan 14 maçlık galibiyet serisiyle hafızalara kazınan kadroya iki senedir ekleme-çıkarmalar yapıyorlardı. 2000-2001 sezonu beşiktaş adına iyi başlayıp kötü bitse de özellikle meşhur barcelona maçı ve sezonun ilk başındaki oyunla hafızalara kazınmıştı. takımın başına eski dost christoph daum gelmişti.
aslında fena olmayan bir kadroları vardı. overmars'ın belalısı deli ibo, yıllar sonra şike galipleri kupası finalinde takımın başına çıkacak olan tayfur, bizden geçen ahmet yıldırım, brezilyalı ronaldo, takoz recep ekolünün temsilcileri ali eren beşerler-yasin sülün ikilisi, tunus'un bağrından kopup gelen "zübeyir" baya, büyüklere oynadığı topu senede 10 maç oynasa dünya starı olacak sertan eser, ilerde tümer metin-ilhan mansız-ahmet dursun üçlüsü...
çok potansiyeli olan bir takımdı ama asıl sorun kaledeydi. kjaer, asper, myhre, fevzi derken sezon içinde farklı zamanlarda 4 tane as kaleci oldu. sezon başındaki kjaer fiyaskosu ve asper denemesi beşiktaş'a 5 maçta 3 mağlubiyet 1 beraberlik olarak dönmüştü. bir ara fevzi tuncay ile yola devam edilse de fevzi'nin iki hafta arayla önce denizli'de sonra da inönü'de rizespor'a karşı aynı hatayı yaparak topu kaleye atması ve kafasını direklere vurmasıyla sonuçlanan süreç sonucunda rota thomas myhre'ye çevrilmişti. tüm bu çalkantılara rağmen 11. haftadan 19. haftaya kadar devam eden bir galibiyet serisi yakalamışlardı.
19-26 haftalar arası 2 beraberlik yaşasalar da hem galatasaray hem fenerbahçe'nin deplasmanlarda puan kaybetmeyi çok sevmesinden dolayı bir şekilde yarışta kalmaya devam ettiler. hatta 25. haftada bizim öncesinde savaş çıkan göztepe deplasmanından mağlup dönmemiz sonrası bir haftalığında da olsa liderlik koltuğuna oturdular. ancak 26. hafta'da sami yen'de aldıkları mağlubiyet, takip eden iki iç saha maçında bıraktıkları 4 puan ve kocaelispor'dan 4 yedikleri kupa maçının ardından teslim bayrağını çekmişlerdi. 31. hafta'da inönü'de fenerbahçe'nin "kazandığı" derbi ile yarıştan matematiksel olarak da kopmuşlardı. son üç haftada oynarsam ekime oynamazsam sikime havasında çıktıkları 3 maçta 1 puan alarak sezonu liderin 16 puan gerisinde tamamlamışlardı.
bizim için sezon açılışı temmuz ayının son haftasında oynanan vllaznia eşleşmesiydi. galatasaray taraftarı olmayan kamuoyunun acaba ümitleri arasında çıktığı turu toplamda 6-1 ile geçti. ikinci turdaki rakip levski sofya'yı ilk maçta ali sami yen'de 2-1 mağlup ettik. bu maçın ardından ligin ilk maçı için gaziantep deplasmanındaydık. galatasaray megastore reklamlı beyaz forma ile çıktığımız ve bayıltıcı bir sıcakta oynanan maçta beraberliği sergen yalçın'ın golüyle kurtardık. 5 yıldır devam eden hagi'nin golüyle sezon açma geleneğimiz ironik bir şekilde yerine 10 numara olarak alınan sergen yalçın tarafından devam etmişti.
bu maçın ardından sami yen'de denizlispor'u ergün'ün yeni açık tarafına çok uzaklardan attığı şutla gelen golle 1-0 yendik. hafta içinde levski sofya deplasmanında serkan aykut'un ikinci yarının başında gelen golüyle rahatlasak da beraberlik golü sonrası son 15 dakikasında ecel terleri dökmesek de dakika sayarak şampiyonlar ligi vizesi almıştık.
bu maçın acısını rizespor deplasmanındaki 6-3'lük galibiyetle çıkarmış, ertesi hafta ise sami yen'de son dakika çift vuruştan gelen golle antalyaspor'u 2-1 mağlup etmiştik. ikiz kulelerin dumanı tüterken oynanan şampiyonlar ligi ilk hafta maçında dönemin baba takımlarından lazio'yu sergen'in asistinde ümit karan'ın attığı tek golle 1-0 mağlup etmiştik. bu maçtan önceki saygı duruşunda kapalıda patlayan kahrolsun amerikan emperyalizmi tezahüratı ise tarihteki yerini bir şekilde almıştır.
bu zaferin ardından rota malatya deplasmanıydı. nitekim cumartesi 3 gibi alakasız bir saatte ve cayır cayır güneş altında oynanan maçı suat kaya ve bülent korkmaz gibi tahmin edilmesi güç bir ikilinin attığı gollerle 2-0 kazandık. bu maçın ardından liderlik koltuğuna oturduk ve 25. haftada inip 26. haftada geri almamız haricinde bir daha liderlik koltuğunu hiç bırakmadık.
bu maçına sonrasında erik gerets'in çalıştırdığı psv deplasmanına çıkmıştık. hesselink, van bommel, kezman, rommedahl gibi isimlerden oluşan rakibe karşı 3-1 mağlup ayrılmıştık. ümit karan'ın 68'de gelen golüyle ümitlensek de rakibin üç değişikliği ve sonrasında son dakikada kezman'ın golüyle mağlubiyetten kurtulamamıştık.
22 eylül günü ligin 6. haftasında sami yen'de rakip fenerbahçe idi. hafta içi kadıköy'de barcelona üç atarken yaşanan elektrik kesintisine ithafen açılan teröre son fenere edison pankartı ve kayahan'ın hep karanlık şarkısı eşliğinde başlamıştı derbi. metin tokat'ın kapalı önünden toplayıp dördüncü hakeme götürdüğü panasonic telefonla da hatırlanan maçta öyle aman aman bir futbol ortaya çıkmasa da ikinci yarının başında bülent akın'ın süpriz golü ve seksen küsurlu dakikalarda serkan aykut'un penaltısıyla derbiden zaferle çıkmayı başarmıştık.
bu maçtan sonra arka arkaya iki deplasman maçı vardı. önce nantes'i sonradan giren sergen'in golüyle deplasmanda yenerek grupta iddiamızı sürdürmüş, sonra da ligin her daim dişli ekiplerinden gençlerbirliği'ni üçlemiştik ankara'da. ligde istanbulspor ile puan puana gidiyorduk. 7. hafta sonunda fenerbahçe'ye 6 beşiktaş ve trabzonspor'a 9 puan fark atmıştık. ancak sezona damgasını vuracak olan deplasman fobisi tam da başlamak üzereydi. 30 eylül'de ankara'da kazandıktan sonra 3 nisan'da trabzon'da oynanacak olan erteleme maçına kadar 6 ay boyunca üç farklı kulvarda 14 maçta galibiyet yüzü göremeyecektik...
8. haftanın açılış maçında sami yen'de rakip göztepe idi. vedat inceefe reis'in 17. saniyede eski açık tarafındaki kaleye attığı o dönem için ligin en erken golüyle başlayan maçı 4-1'le kolayca geçmiştik. hafta içi iç sahada nantes'e karşı alınan beraberlikten sonra gümüşsuyundan aşağıya inilen deplasmana gidiyorduk. hızlı başladığımız maçın başında bulduğumuz gol ofsayta takıldı. 10. dakikada beşiktaş'ın isimsiz kahramanlarından (bkz: bayram bektaş)'ın golü gelmiş, ilk yarı biterken yandan gelen topa mondi almak üzereyken emre aşık'ın ayak koymasıyla boş kaleye girince soyunma odasına 2-0 geride girmiştik. suat kaya-sergen yalçın değişikliği ile başladığımız ikinci yarıda beşiktaş'ın kocası fleurquin sahneye çıkarak önce farkı bire indiren golü atmış, maçın sonlarına doğru da joker arif'e beraberlik golünü attırmıştı.
bu maçtan 3 gün sonra hakiki olimpico'da lazio karşısındaydık. bir galibiyetin tur kapısını aralama ihtimali olan doksan dakikayı dalga dalga gelen lazio'ya karşı bir şekilde berabere götürsek de bitime 15 dakika kala dejan stankovic'in sen de 25 ben deyim 30 metreden çıkarttığı bazukayla kaybetmiştik. grupta son maçlar öncesi nantes 8, galatasaray ve psv 7, lazio ise 6 puandaydı. herşey son maça kalmıştı ama arada oynanması gereken bir trabzonspor maçı vardı.
abdürrahim albayrak'ı kitlelere tanıtan maçta trabzonspor'u 3-1'le geçmiştik. gollerden sonra sakatlığı sebebiyle yanında oturan bülent korkmaz'ın üzerine abanmasıyla kamuoyunun acımayla karşışık sempatisine maruz kalmıştı o dönemin genç ve heyecanlı yöneticisi abdürrahim abimiz. önceleri deplasman klasiği sarı-kırmızı altur otobüsleri ile, yaptırıp kapalının göbeğine astırdığı "batmayan güneş sarın sönmeyen ateş krımızın, şampiyonluklar bekliyor taraftarın" pankartı, telegol programının muhtelif bölümlerinde şöyle bir görünmesiyle falan ismi kulaktan kulağa yayılıyordu. sezon başında popescu'nun lecce'ye transferi sonrası ulusa seslendiği "popesçu çok sevtiğimuz bir arkadaşimizdu" beyanatı ile istanbul dışındaki taraftar kendisini ilk defa tanımıştı. bu maçtan sonra gollerdeki sevinci ve ercan taner'in anonslarıyla iyiden iyiye hafızalara kazınacaktı.
bu maçın hemen arkasından sami yen'de oynanan ve top rakipteyken ıslık olayının ilk defa adam akıllı uygulandığı maç olan psv maçını 2-0 kazanarak tur atlamıştık. nantes lazio'yu devirerek küçük bir mucizeye imza atarken ikinci sırayı da galatasaray alıyordu. bir sonraki akşam camp nou'da formalite icabı oynanan maçta rivaldo'nun doksan küsurda attığı ve doksana giden frikik fenerbahçe'nin kabus şampiyonlar ligi sezonunu sıfır puanla bitirerek tersten bir rekora imza atmasına sebep oluyordu...
ekim ayı biterken galatasaray için işler gayet yolunda gidiyordu. 10 maçta 26 puanla en yakındaki fenerbahçe ve istanbulspor'a 4 puan fark atmıştık. şampiyonlar ligi'nde ikinci tur gruplarına kalmıştık, ek olarak fenerbahçe de sıfır puan çekmişti. beşiktaş ise 11 puan gerideydi.
tek sorun ikinci turda denk gelinen liverpool-barcelona-roma grubunun ölüm grubundan bir tık yukarda olması idi... ancak o yıllar hala daha adı aslan işi destan yılları olduğu için korkudan ziyade heyecan ve merak vardı...
bu maçtan üç gün sonra çılgın atan bir yağmur altında atan maçta bursaspor deplasmanındaydık. milli takımın dünya kupası vizesi için playoff maçlarına çıkacağı milli ara öncesine denk gelmesi sebebiyle, biraz da federasyonun ayak oyunuyla cuma günü oynamıştık. kalede kerem inan'ın oynadığı, pek çok as oyuncunun dinlendiği maçta 5-0 mağlup olduk. milli takım'ın dünya kupası vizesi almasından sonra oynanan maçta ise diyarbakırspor'u bülent korkmaz'ın orta sahadan gol attığı meşhur maçta 5-1 yenerek acısını çıkarmıştık bu skorun.
ikinci turun ilk maçında ali sami yen'de rakip roma idi. ayhan'ın müthiş hazırlayıp perez'e attırdığı golle maçı kazanmak üzereyken lanet bir serbest atışta mondragon ve fleurquin anlaşmazlığında boşta kalan top pozisyon sonunda boş olan kaleden içeri girince berabere bitmişti maç...
ligde bir sonraki rakip samsunspor'du. ali sami yen'de yine hayvani bir yağmur altında oynanan, kale arkalarının kapılarının açılıp taraftarların numaralı ve kapalıya alındığı maçta sergen yalçın'ın ilk yarıda attığı 2 golle maçı kazanmıştık. sergen'in ilk yarıda 2 golü attıktan sonra devre arasında oyundan çıkıp elinde çay kuvvetle muhtemel mont cebinde çekirdekle yedek kulübesine giden görüntüsü ise o sezonki performansının özeti gibidir...
o sezonun bir diğer dumur maçında erzurumspor'a deplasmanda altın golle elenip kupaya ilk turdan veda etmiştik. karlı buzlu bir sahada öğlen vakti oynanan maçta alınan mağlubiyet özellikle 1996-2001 arasının alışkanlığında pek de örneği olmayan bir durumdu. bu maçtan sonra rakip ligde hala üst sıralara tutunmaya çalışan istanbulspor'du. erken gelen golle öne geçmişken 30-33 dakikalarda gelen iki kırmızı kartla rakip bir anda 9 kişi kalınca bambaşka bir havaya bürünen maçı 4-1 kazanmıştık.
aralık ayının başında bu sefer nou camp'taydık. 5. dakikada ergün'ün ortasını ümit karan havada ayağıyla tamamlayarak golü yazınca, devre biterken fleurquin ile ikinci golü de bulunca yeni bir zafer mi geliyor beklentisi iyice tavan yapmıştı.. ancak ikinci yarının başında saviola'nın golü sonrasında barcelona oyunu domine etmiş, capone'nin kırmızısı sonrası beraberlik golü çok gecikmemişti. deplasman fobisi dört maça çıkmıştı ama rakibin adı ve maçın ünvanı bu detayın gözden kaçırılmasını sağlıyordu.
bu maçtan sonra 2 ay kadar ara vardı şampiyonlar ligi fikstürüne. 9 lig maçında 4 galibiyet, 3 beraberlik alabilmiştik. bu da 8 maçlık galibiyet serisinin bir kısmı bu periyodun başına denk gelen beşiktaş'ın gelip bizi yakalamasına sebep olmuştu. galibiyetlerin tamamı iç sahadaydı. ara transferde ön liberonun türkiye ligi'ndeki karşılıklarından joao batista, bursaspor'dan murat sözkesen ve romanya'dan radu niculescu transfer edilmişti. nou camp sonrası çıkılan ankaragücü deplasmanında 2-1 mağlup olmuştuk. daha sonra sergen'in hüseyin'i sünnet etmeye çalıştığı, tıpkı yıllar sonra oynanancak juventus maçı gibi iki güne yayılan yozgat deplasmanında 3-3, denizli deplasmanında 1-1 berabere kalmıştık. abdürrahim albayrak'ın deplasman tribününde takm elbise içinde kan ter vaziyette tezahürat yaptığı antalya deplasmanında ise son dakikaya 1-0 önde girmiş, gel gelelim kale önünde yaşanan karambolde saffet akyüz'ün golüne engel olamamıştık...
iç sahada ise 3 maçta 11 gol atıp 2 gol yemiştik. gel gelelim malatyaspor maçında deyim yerindeyse can çekişmiş, sergen yalçın'ı kaybederdek yeni transfer murat sözkesen'in galatasaray kariyerindeki tek golüyle galibiyete ulaşmayı başarmıştık...
23. haftada kadıköy deplasmanına giderken 50 puanla liderlik koltuğunda oturuyorduk herşeye rağmen. çünkü fenerbahçe de tıpkı bizim gibi deplasmanlarda puan dağıtmaya devam ediyordu. beşiktaş ise yakaladığı seriyle gerilerden gelmiş ve 47 puanla ikinci sıraya oturmuştu. fenerbahçe ise 43 puanla 3. sıradaydı. ali aydın'ın ve mondragon'un şov yaptığı maçta biz ali aydın'a fenerbahçe mondragon'a takılmış, rapaic'in artık çıkmayacak füzesiyle galip gelen fenerbahçe puan farkını 4'e indirmişti. sahada durum 11'e 7 iken son dakikalarda murat sözkesen'in heyecanlanıp kaçırdığı pozisyon ise puan farkından ziyade ezeli rekabette tarihi bir not düşme şansını ziyan ediyordu...
ertesi gün beşiktaş inönü stadı'nda liderlik için çıktığı ankaragücü maçına augustine ahinful'un golüyle adeta 1-0 geride başlıyordu. kısa bir süre sonra tümer'le beraberlik golünü bulduysa da galibiyet sayısı bir türlü gelmemiş. bitime 10 dakika kala gelen ankaragücü'nün galibiyet golüyle puan farkını aynen korumayı başarmıştık.
bu maçtan sonra 10 gün içinde liverpool ile iki kere berabere kalırken arada gençlerbirliği'ni 3-1 ile ali sami yen'den boş göndermeyi başaracaktık. anfield'da mondragon'un unutulmaz performansıyla gol yemeden dönmüştük. gençlerbirliği maçına golle başlasak da yine ikinci yarıyı binbir sinir stresle geçmiş, son 15 dakikada gelen iki golle yarışta kalmayı başarmıştık. var olan deplasman fobisine bir de kolay kazandığımız iç sahada iki maçı da zorlanarak kazanmamız eklenince takımın üzerindeki baskı unsuru artmaya başlamıştı...
ligin 25. haftasının açılış maçı kadıköy'de fenerbahçe ile rizespor arasındaydı. fenerbahçe maçı 2-1 kazanarak puanını 52'ye çıkardı. ertesi gün beşiktaş inönü'de can derdindeki yimpaş yozgatspor'u 4-2 ile geçmeyi başarıp 53 puana gelmişti. sıra 53 puanlı bir maçı eksik galatasaray'ındı. maçtan önceki çatışmalar ve göksel akıncı'nın performansıyla hatırlanan maçı göztepe 2-0 kazandı. böylece liderlik koltuğu 1 haftalığına da olsa beşiktaş'a geçerken fenerbahçe ile de puan farkı 1'e düşmüştü...
ligin 26. haftasında ali sami yen'de rakip beşiktaş idi. beyaz şort üstü kırmızı forma gibi nadir kullandığımız bir kombinasyonla çıkmıştık bu kritikten öte maça. iki takımın da hakkını verdiği ve zaman zaman yoğun bir konfeti yağmuru altından oynanan maçın tek golünü joker arif'in havadan pasında kafayı vuran beşiktaş'ın kocası fleurquin atmıştı. ilhan mansız'ın maçın sonlarına doğru ergen siniri diye tabir edilebilecek tripleri de sonucu değiştirmeyince galatasaray puanını 56'ya çıkarıp liderlik koltuğunu geri almıştı. ertesi gün fenerbahçe de antalyaspor deplasmanında alması gerekeni alarak 55 puanla ikinci sıraya çıkmıştı.
galatasaray'ın önünde roma deplasmanı, trabzon deplasmanı ve iç sahada barcelona maçı'ndan oluşan bir fikstür vardı. federasyonun trabzonspor maçını ertelemesi üzerine fbjk kardeşliği ayrı ayrı protesto gösterileri düzenlemiş, mircea lucescu "köpekler istedi diye atlar ölmez" diyerek galatasaray kariyerinin ender salvolarından birini atmıştı.
şampiyonlar ligi ikici tur beşinci maçında yine olimpico deplasmanındaydık. güntekin onay'ın galatasaraylı futbolcular roma stadında polis dövüyor repliği ile akıllara kazınan maçtan 1 puan çıkaran takım dönemin dışişleri bakanı, büyük galatasaraylı ismail cem'in verdiği nota sayesinde memlekete dönebiliyordu...
27. haftanın açılış maçında denizlispor ile kendi sahasında 2-2 berabere kalmıştı. fenerbahçe ise taraftarının öncesinde yürüyüş düzenlediği, her ne kadar sandıkta görüşürüz mesut bey pankartıyla hatırlansa da "roma polisine kalkan eller kırılsın" pankartı önünde oynanan maçta malatyaspor ile yine 2-2 berabere kalmıştı. böylece galatasaray 27. haftayı maç yapmamasına rağmen lider geçmeyi başarmıştı.
şampiyonlar ligi ikinci turu son maçında ali sami yen'de rakip barcelona idi. son maçlar öncesinde roma 7, barcelona 6, galatasaray 5, liverpool 4 puandaydı. galatasaray ofsayttan gelen golle hem iç sahada 25 maçlık avrupa kupası yenilmezlik serisini hem de çeyrek final şansını bırakıyordu. grubun diğer maçında sahasında roma'yı 2-0 yenen liverpool çeyrek final biletini alan diğer takım oluyordu...
galatasaray için artık yine lige dönme zamanı gelmişti...
28. haftanın açılış maçında fenerbahçe konuk ettiği gaziantepspor'u 4-1'le geçti. ertesi gün özhan canaydın'ın çiçeği burnunda başkan olarak lise'den çıkıp ayağının tozuyla tribünde izlediği maçta bursaspor'u 2-1 ile devirip üç puanı daha yazmayı başarmıştık. haftanın kapanış maçında beşiktaş da temiz bir skorla rize deplasmanından dönmeyi başarmıştı. bir maçı eksik galatasaray, fenerbahçe ile puan puanaydı. beşiktaş da 2 puan geriden takip ediyordu...
29. hafta ligin dönüm noktalarından biriydi... beşiktaş hafta içi kupa finali sebebiyle cuma günü oynadığı maçta antalyaspor'a inönü stadı'nda gol atamamıştı. ertesi gün de galatasaray diyarbakır deplasmanından golsüz beraberlikle dönmüştü. fenerbahçe gençlerbirliği deplasmanından galibiyetle dönmesi halinde bitime 5 maç kala, bir maç fazlasıyla da olsa 2 puan farkla lider olacaktı. istanbul'dan da hatırı sayılır bir taraftarın gittiği ve salkım saçak tribünler önünde oynanan maçta beklenen gol 70. dakika'da revivo'nun ayağından geldi...
maçın uzatma dakikalarında, 19 mayıs stadı'nı tıklım tıkış doldurmuş olan fenerbahçe taraftarı şampiyonluk şarkıları söylerken hevesi kursağında kalan spor kulübü geleneği devreye girmiş, yerden gelse tıngır mıngır denebilecek topa ahmet hassan'ın vurduğu kafa skoru tayin etmişti. puan farkı "tanrı bizim almamızı istiyor" dercesine devam ediyordu...
galatasaray'ın önünde 3 maçlık bir deplasman serisi vardı. 6 ay ve 14 resmi maçtır deplasmanda kazanamayan galatasaray'ın bu 3 maçtan en az 2 galibiyet çıkarması gerekiyordu. hafta içinde trabzonspor'u deplasmanda 2-0 yenerek puan farkını üçe çıkardı. 30. haftanın açılışını yine fenerbahçe kadıköy'de yaptı. göztepe'yi 3-0 yenerek yine beklemeye başladılar. kupa finalinde dörtlük olan beşiktaş malatya deplasmanında tek golle de olsa kazandı. galatasaray bu sefer yine ligin sert deplasmanlarından samsun'daydı. öncesinde yine taşlamalı kavgalı olaylara sahne olan maçta gol bir türlü gelmiyordu.
sağlı sollu ataklar gelirken, top bir o kale bir bu kaledeyken dakikalar 85.'e kadar gelmişti. ayhan akman'ın biraz da şapkadan tavşan çıkarıp son çizgiye inerek içeri kestiği topu ön direk dibinde kafayla adeta mıhlayan isim radu niculescu idi. devre arasında geldiği ligdeki ilk golün ardından romen futbolcu 100 küsur metrelik bir deparla karşı kale arkasındaki galatasaray tribününe koşarken tüm galatasaray camiası bayram sevinci yaşıyordu...
son 4 haftaya galatasaray 3 puan önde girmişti. iki maçı o sezon hiç puan kaybetmediği ali sami yen'de, deplasmanlardan biri de istanbulspor önündeydi. ancak iç sahadaki maçlardan biri ankaragücü'ne karşıydı ve malum camiada 13 mayıs 2001 galatasaray ankaragücü maçının bir tekrarı beklentisi son umut olarak tavan yapmıştı. ancak galatasaray şampiyonluk potasına girmişti bir kere...
önce güngören mimar yahya baş stadyumu'nda istanbulspor'a konuk oluyoduk. 10 bin civarı galatasaraylının tıklım tıkış doldurduğu tribünler önünde ve sarı-kırmızı sis bombaları eşliğinde başlayan maçı 2-0 kazandı galatasaray. saffet akbaş'ın kendi kalesine attığı gol, hemen ardından gelen kırmızı kart, sonra ligin şahsına münhasır kalecilerinden zdravkov'un kırmızı gördüğü pozisyonun devamında gelen ikinci gol derken stresli geçmesi beklenen maç 45. dakikada bitmişti. ercan taner hagi desene tezahüratları eşliğinde ikinci yarı adeta formalite icabı oynanmıştı. haftanın kapanış maçında fenerbahçe inönü'de 2-0'la geçerken beşiktaş da sezona havlu atıyordu...
32. haftada artık galatasaray ve fenerbahçe kalmıştı yarışta ve ikisi de aynı dakikada başlayan maçlarda kendi sahasında oynuyordu. galatasaray'ın rakibi ankaragücü iken kadıköy'de trabzonspor fenerbahçe'ye konuk oluyordu. galatasaray seyircisinin de büyük desteğiyle bir sezon önceki acı tecrübenin tekerrür etmesine izin vermemiş, maçı biri kendi kalesine diğeri de penaltıdan olan 2 golle kazanmıştı. fenerbahçe ise aynı dakikalarda sahne kostümünü andıran her tarafı yıldızlı forması ile oynayarak kendine yakışanı yaptığı maçta trabzonspor'u 3-0'la geçmişti...
galatasaray 33. haftada şampiyonluk için kocaeli deplasmanına gidiyordu. fenebahçe ise bursa'da kazanıp galatasaray'ın puan kaybetmesini bekleyecekti iddiasını son haftaya taşıyabilmek için. bir ay önce beşiktaş'ı 4-0 yenerek türkiye kupasını kazanan kocaelispor zor bir takımdı. sıralamaya dair herhangi bir kaygısı olmasa da puan kaybı süpriz olmazdı tarafsız gözle izleyenler için. ancak galatasaray abdürrahim albayrak sponsorluğunda körfeze akın eden yaklaşık 6-7 bin taraftarıyla birlikte 28 nisan 2002 kocaelispor galatasaray maçını 2-0 kazanıp 15. kez mutlu sona ulaşmıştı. maçın yıldızı ise gol krallığı kovalamasına rağmen iki golde de asist yapan, özellikle ikinci golde kendi de rahatlıkla golü atabilecekken garantiye oynayan joker arif idi...
son hafta rakip küme düşmüş olan yimpaş yozgatspor idi. kırmızı siyahlı takımın teknik direktörü uğur tütüneker yıllar sonra çıktığı sami yen'de tribünler tarafından unutulmamış, "uwe" lakaplı eski futbolcu yoğun tezahürata tribünlere giderek karşılık vermişti.
ali sami yen yükünü ziyadesiyle almıştı. hava pırıl pırıldı ve herşey şampiyonluk kutlamaları için elverişliydi. geriye tek bir iş kalmıştı, yılların emektarı joker arif'i kariyerinin sonlarında gol krallığı ile buluşturmak... tüm takımın arif erdem'e hat trick yaptırmak için çıktığı maç 5-0 biterken arif 88. dakikada güç bela 2. golü atıp gol krallığını ilhan mansız ile paylaşabilmiş, sebastien perez'in gaza gelip 2 gol atması ise izleyenleri güldürmüştür.
velhasıl galatasaray son 6 yılda 5., son 10 yılda 7. şampiyonluğuna ulaşmıştır. hem de kadrosunun önemli bir kısmını kaybedip yeniden kurduğu, mart ayına kadar avrupa kupalarında da mücadele ettiği bir sezonda... üstelik kadrosunun bazı oyuncularına dudak bükülürken, hocasının yetenekleri sık sık sorgulanırken...
sezonun yıldızı 21 gol 11 asist yapan arif erdem'dir. yıllar yılı galatasaray forvetinde ikinci adam görevini erinmeden sürdüren gönül adamı joker arif kariyerinin sonlarında attırmak yerine atmak odaklı oynama fırsatı bulmuş, 21 golle gol kralı olurken 11 de asist yapmıştır. galatasaray sezon boyu attığı 75 golün 32 tanesinde doğrudadan arif erdem'in imzası vardı bir başka değişle... şubat ayında sakatlanan sergen de 7 gol 8 asistle 15 gole katkı vermiştir. serkan aykut 9, ümit karan 7 gol atarken ergün penbe 9, hasan şaş ise 7 asistle öne çıkan diğer isimler olmuştur. galatasaray'ın 7 deplasman fobisine rağmen sami yen'de 17 maçta alınan 51 puan, son 9 maçtaki 8 galibiyet 1 beraberlik ve ilk 10 maçtaki 8 galibiyet 2 beraberlik şampiyonluk performansı ortaya çıkarmıştır.
daha yaz aylarında galatasaray-fenerbahçe arasında geçeceği belli olan bir sezondu aslında. bir önceki sezon kıran kırana bir yarışa girmişti iki takım. dört sene üst üste şampiyon olup üzerine avrupa kupası alan galatasaray'ın serisini bir şekilde kırmıştı fenerbahçe. o kadrosunu da korumayı başarmıştı. kiralıktan dönen baliç ve sakatlıktan dönen uche de eklenmişti. transfer dönemi geçen sezona göre sönük geçmişti ama var olan kadronun bir önceki sezon performansı güven veriyordu.
galatasaray içinse değişim dönemi vardı. son 9 sezonda 6 şampiyonluk, arada uefa kupası ve süper kupa gelmişti. önceki sezon şampiyonlar ligi'nde çeyrek final görülmüş, iki kulvarda mücadelenin sebep olduğu puan kayıplarına rağmen özellikle avrupa sonrası gösterilen performansla şampiyonluk son 45 dakikaya kadar kovalanmıştı. imparator fatih terim'in yerine 2000-2001 sezonuna başlayan mircea lucescu göreve başladıktan birkaç ay sonra "oyuncuların posası çıkmış, bu sisteme devam edemem" diyerek değişim sinyallerini vermişti zaten.
gheorghe hagi rüya gibi geçen 5 yılın ardından sezon sonu futbolu bırakmıştı. okan-emre ikilisi okansız deyişine sebep olan bir sürecin ardından inter'e hakan şükür'ün yanına gittiler. taffarel parma'ya, popescu lecce'ye, fatih mallorca'ya, hakan ünsal blackburn'e, ümit davala ise sezon başladıktan hemen sonra milan'a gitmişti. bir önceki sezonun avrupa'daki transfer bombası mario jardel ise özel hayatındaki sorunların da etkisiyle ülkesine dönmüştü. sporting lizbon'a galatasaray'a maliyetinin üçte bir fiyatına gitmişti, bonservis bedeline ek olarak mbo mpenza robert spehar pavel horvath üçlüsü gelmişti ki. ne alınan bonservis parası 2000 yazında ödenen iki sezonluk transfer bütçesi paranın açtığı bütçe açığını dengeleyebilmiş, ne de meşhur üçlü argo tabirle bir sike derman olabilmişti. temmuz ayında yapılan olağanüstü genel kurulda yönetim de değişmiş, bir önceki yönetimde asbaşkanlık görevini yürüten mehmet cansun başkan olmuştu.
o efsaneleşen kadronun yerine neredeyse baştan bir takım kurulması gerekiyordu. kale can tengizman'ın 12 yaşındaki oğlunun önerisiyle faryd aly camilo mondragon'a teslim edilmişti ki o günlerde kariyer sebebiyle biraz şüpheyle bakılan bu kolombiyalı 6 sene sonra "mondi" olarak bir dolu güzel anılar ve gönül bağıyla ayrılacaktı türkiye'den.
kalenin önü büyük kaptan bülent korkmaz ve emre aşık tandemi vardı. defansın sağ tarafı carlos "arka direk" capone'nindi. soluna ise mondragon'un da tavsiyesiyle gustavo victoria kiralık olarak takıma katıldı. okan buruk emre belözoğlu suat kaya voltranının dağılması sonrası defansif gücü yüksek tutmak adına orta sahanın ortasında lucescu'nun manevi oğlu bülent akın'ın yanına sezon sonu beşiktaş'ın kocası title'ını da kartvizitine ekleyecek olan uruguay'lı andres jose fleurquin ve beşiktaş'tan o dönem için ligin en kaliteli "hücuma yönelik orta saha" oyuncusu ayhan akman takviyesi yapılmıştı. devre arasında ise bu ekibe ligin o dönemki en kallavi üç dmcsinden biri olan joao batista katılmıştı. on numara pozisyonu ise"hayırsever iş insanı" fadıl akgündüz'ün milletvekilliği maceraları sonrası siirtspor'da ortada kalan ve 1 sezonluk aranın ardından takıma dönen sergen yalçın'ın olmuştu.
sergen'in bu sezondaki maceraları da enteresandı. kronik kilo problemine rağmen sezonu ilk yarısında düzenli forma şansı bulmuştu. ligde 7 gol 8 asist, şampiyonlar liginde 2 gol 2 asist istatistiği vardı ama pek öyle averaj için istatistiği yoktur. ilk hafta gaziantep deplasmanındaki tek puanı aldıran golü, ertesi hafta denizli maçındaki tek golde verdiği asist, iki hafta sonra 2-1 biten antalyaspor maçındaki golü, efsaneler efsanesi olarak da sami yen'de göt donduran bir havada oynanan samsunspor maçında ilk yarıda 2 golle hesabı kesip ikinci yarıda elinde çayla kulübeye geçip maçı izlemeye devam etmesi bir çırpıda aklıma gelen olaylar. şampiyonlar liginde de net hatırlanan sami yen'deki lazio maçnda galibiyet golünün asisti, kabus nantes deplasmanında oyuna girip attığı golle maçı kazandırması, ikinci tur biletini aldığımız psv maçında tur kapısını aralayan ikinci golü atması yine istatistiklere bakmadan akıma gelen hadiseler. zaten bunları çıkaınca geriye pek bir şey kalmıyor...
iç sahada yine kabus gibi geçen ve ara transferde takıma katılan murat sözkesen'in galatasaray kariyerindeki tek golüyle kazanıp nefes aldığımız malatyaspor maçında bağlarını koparmıştı bir pozisyonda. düzenli forma giydiği sezonda dünya kupasını kaçırması ise kendi kariyeri adına yazık olan detaylardan biri olarak kalmıştı..
orta sahanın solu sezon sonu dünya kupasında kendi deyimiyle "yıldız olup çıkacak" hasan şaş'a emanetti. sağ kanada ise 2 sezon önce fransa liginde parlayan, ingiltere'de geçirdiği sakatlık sonrası eski günlerini arayan sebastien perez kiralanmıştı blackburn'den. 1997-1998 sezonunda bastia forması ile fransa ligini sallamıştı bu uzun saçlı enteresan abimiz. 1998'de blackburn ile premier lige ayak basmış, kısa süre sonra yaşadığı diz sakatlığı onu futboldan bir süre uzak bırakmıştı. türkiye performansı bizim coğrafyada epey bir şaşkınlık yaratsa da özellikle fransız futbol kamuoyu bu performansı onun geç de olsa eski günlerine dönüşü olarak yorumlamıştı.
forvete yapılan en büyük takviye ise o sezon için türkiye'de yılın transferi olarak gençlerbirliği'nden alınan ümit karan idi. yanında bir önceki sezonun gol kralı, geçen sezon ise attığı gol kadarı hakem kararıyla iptal edilen kuzeyin oğlu serkan aykut ve yıllarını galatasaray forvetine adamış (bkz: joker arif) vardı.
böyle anlatınca "fena kadro değilmiş aslında" dedirtse de türkiye'de sahaya 1-0 önde çıkan, avrupa'da belli bir seviyeye kadar olan tüm rakiplere oyununu kabul ettiren o efsane kadrodan sonra taraflı tarafsız herkes için soru işaretleriyle doluydu. türkiye ligi'nde özellikle hücum yönüyle iyi kötü kafaya oynayabilecek bir kadro olmasına rağmen avrupa'da ne yapabileceği çok büyük merak konusuydu. o kısmını da ayrı bir yazıya bırakmak en doğrusu aslında ama spoiler verelim;
(bkz: şampiyonlar ligi 2001-2002 sezonu)
fenerbahçe son şampiyon apoletiyle, kadrosunu dağıtmadan sezona başlamıştı. uzun yıllar sonra yaşanacak şampiyonlar ligi tecrübesine rağmen adeta karakteristiği olan "transfer şampiyonu" felsefesinden çok uzak bir yaz geçirmişti, muhtemelen bir önceki sezon abanmış olmanın da verdiği etkiyle. yine de oktay derelioğlu ve ceyhun eriş gibi türkiye ligi için kalburüstü ama avrupa için soru işareti iki transfer yapmışlardı. ümit özat yıllar içinde performansını arttırıp bir kulüp efsanesi olacaktı ama ali akdeniz ve hakan bayraktar isimleri fenerbahçe'nin kulübede adam çürütme histerisinin çıkış noktalarıydı adeta...
sezonun ilk yarısında stadın maraton tribünü inşaat halindeydi. bu haliyle de atmosfer olarak sönük bir haldeydi. şampiyonlar liginde sıfır çekerken üç maçı da adeta iki kale arkası tribüne karşı oynadılar. geçen sezon 51 puanla tulum çıkardıkları iç sahada tüm bu aksiliklere rağmen 46 puan çıkarmayı başardılar. galatasaray şampiyonlar liginde yine gümbür gümbür giderken 6 maçta 6 mağlubiyetle geri dönmüş olma travmasıyla sık sık federasyon binasına yürüyüş düzenler olmuşlardı, galatasaray'a keyfi fikstür yaratıldığı ve "zırt pırt" maçlarının ertelendiği sebebiyle. lucescu'nun "köpekler istedi diye atlar ölmez" sözünü ezeli rekabetin lugatına sokması bu yürüyüşler sonrasında gerçekleşmiştir.
beşiktaş ise 6 senelik şampiyonluk hasretini dindirme parolasıyla sezona başlıyordu. samsunspor'dan ilhan mansız ve tümer metin ikilisini transfer ederek onlar da kendi bombalarını patlattılar. özellikle 1999-2000 sezonunda fevzi'nin ıskasına takılan 14 maçlık galibiyet serisiyle hafızalara kazınan kadroya iki senedir ekleme-çıkarmalar yapıyorlardı. 2000-2001 sezonu beşiktaş adına iyi başlayıp kötü bitse de özellikle meşhur barcelona maçı ve sezonun ilk başındaki oyunla hafızalara kazınmıştı. takımın başına eski dost christoph daum gelmişti.
aslında fena olmayan bir kadroları vardı. overmars'ın belalısı deli ibo, yıllar sonra şike galipleri kupası finalinde takımın başına çıkacak olan tayfur, bizden geçen ahmet yıldırım, brezilyalı ronaldo, takoz recep ekolünün temsilcileri ali eren beşerler-yasin sülün ikilisi, tunus'un bağrından kopup gelen "zübeyir" baya, büyüklere oynadığı topu senede 10 maç oynasa dünya starı olacak sertan eser, ilerde tümer metin-ilhan mansız-ahmet dursun üçlüsü...
çok potansiyeli olan bir takımdı ama asıl sorun kaledeydi. kjaer, asper, myhre, fevzi derken sezon içinde farklı zamanlarda 4 tane as kaleci oldu. sezon başındaki kjaer fiyaskosu ve asper denemesi beşiktaş'a 5 maçta 3 mağlubiyet 1 beraberlik olarak dönmüştü. bir ara fevzi tuncay ile yola devam edilse de fevzi'nin iki hafta arayla önce denizli'de sonra da inönü'de rizespor'a karşı aynı hatayı yaparak topu kaleye atması ve kafasını direklere vurmasıyla sonuçlanan süreç sonucunda rota thomas myhre'ye çevrilmişti. tüm bu çalkantılara rağmen 11. haftadan 19. haftaya kadar devam eden bir galibiyet serisi yakalamışlardı.
19-26 haftalar arası 2 beraberlik yaşasalar da hem galatasaray hem fenerbahçe'nin deplasmanlarda puan kaybetmeyi çok sevmesinden dolayı bir şekilde yarışta kalmaya devam ettiler. hatta 25. haftada bizim öncesinde savaş çıkan göztepe deplasmanından mağlup dönmemiz sonrası bir haftalığında da olsa liderlik koltuğuna oturdular. ancak 26. hafta'da sami yen'de aldıkları mağlubiyet, takip eden iki iç saha maçında bıraktıkları 4 puan ve kocaelispor'dan 4 yedikleri kupa maçının ardından teslim bayrağını çekmişlerdi. 31. hafta'da inönü'de fenerbahçe'nin "kazandığı" derbi ile yarıştan matematiksel olarak da kopmuşlardı. son üç haftada oynarsam ekime oynamazsam sikime havasında çıktıkları 3 maçta 1 puan alarak sezonu liderin 16 puan gerisinde tamamlamışlardı.
bizim için sezon açılışı temmuz ayının son haftasında oynanan vllaznia eşleşmesiydi. galatasaray taraftarı olmayan kamuoyunun acaba ümitleri arasında çıktığı turu toplamda 6-1 ile geçti. ikinci turdaki rakip levski sofya'yı ilk maçta ali sami yen'de 2-1 mağlup ettik. bu maçın ardından ligin ilk maçı için gaziantep deplasmanındaydık. galatasaray megastore reklamlı beyaz forma ile çıktığımız ve bayıltıcı bir sıcakta oynanan maçta beraberliği sergen yalçın'ın golüyle kurtardık. 5 yıldır devam eden hagi'nin golüyle sezon açma geleneğimiz ironik bir şekilde yerine 10 numara olarak alınan sergen yalçın tarafından devam etmişti.
bu maçın ardından sami yen'de denizlispor'u ergün'ün yeni açık tarafına çok uzaklardan attığı şutla gelen golle 1-0 yendik. hafta içinde levski sofya deplasmanında serkan aykut'un ikinci yarının başında gelen golüyle rahatlasak da beraberlik golü sonrası son 15 dakikasında ecel terleri dökmesek de dakika sayarak şampiyonlar ligi vizesi almıştık.
bu maçın acısını rizespor deplasmanındaki 6-3'lük galibiyetle çıkarmış, ertesi hafta ise sami yen'de son dakika çift vuruştan gelen golle antalyaspor'u 2-1 mağlup etmiştik. ikiz kulelerin dumanı tüterken oynanan şampiyonlar ligi ilk hafta maçında dönemin baba takımlarından lazio'yu sergen'in asistinde ümit karan'ın attığı tek golle 1-0 mağlup etmiştik. bu maçtan önceki saygı duruşunda kapalıda patlayan kahrolsun amerikan emperyalizmi tezahüratı ise tarihteki yerini bir şekilde almıştır.
bu zaferin ardından rota malatya deplasmanıydı. nitekim cumartesi 3 gibi alakasız bir saatte ve cayır cayır güneş altında oynanan maçı suat kaya ve bülent korkmaz gibi tahmin edilmesi güç bir ikilinin attığı gollerle 2-0 kazandık. bu maçın ardından liderlik koltuğuna oturduk ve 25. haftada inip 26. haftada geri almamız haricinde bir daha liderlik koltuğunu hiç bırakmadık.
bu maçına sonrasında erik gerets'in çalıştırdığı psv deplasmanına çıkmıştık. hesselink, van bommel, kezman, rommedahl gibi isimlerden oluşan rakibe karşı 3-1 mağlup ayrılmıştık. ümit karan'ın 68'de gelen golüyle ümitlensek de rakibin üç değişikliği ve sonrasında son dakikada kezman'ın golüyle mağlubiyetten kurtulamamıştık.
22 eylül günü ligin 6. haftasında sami yen'de rakip fenerbahçe idi. hafta içi kadıköy'de barcelona üç atarken yaşanan elektrik kesintisine ithafen açılan teröre son fenere edison pankartı ve kayahan'ın hep karanlık şarkısı eşliğinde başlamıştı derbi. metin tokat'ın kapalı önünden toplayıp dördüncü hakeme götürdüğü panasonic telefonla da hatırlanan maçta öyle aman aman bir futbol ortaya çıkmasa da ikinci yarının başında bülent akın'ın süpriz golü ve seksen küsurlu dakikalarda serkan aykut'un penaltısıyla derbiden zaferle çıkmayı başarmıştık.
bu maçtan sonra arka arkaya iki deplasman maçı vardı. önce nantes'i sonradan giren sergen'in golüyle deplasmanda yenerek grupta iddiamızı sürdürmüş, sonra da ligin her daim dişli ekiplerinden gençlerbirliği'ni üçlemiştik ankara'da. ligde istanbulspor ile puan puana gidiyorduk. 7. hafta sonunda fenerbahçe'ye 6 beşiktaş ve trabzonspor'a 9 puan fark atmıştık. ancak sezona damgasını vuracak olan deplasman fobisi tam da başlamak üzereydi. 30 eylül'de ankara'da kazandıktan sonra 3 nisan'da trabzon'da oynanacak olan erteleme maçına kadar 6 ay boyunca üç farklı kulvarda 14 maçta galibiyet yüzü göremeyecektik...
8. haftanın açılış maçında sami yen'de rakip göztepe idi. vedat inceefe reis'in 17. saniyede eski açık tarafındaki kaleye attığı o dönem için ligin en erken golüyle başlayan maçı 4-1'le kolayca geçmiştik. hafta içi iç sahada nantes'e karşı alınan beraberlikten sonra gümüşsuyundan aşağıya inilen deplasmana gidiyorduk. hızlı başladığımız maçın başında bulduğumuz gol ofsayta takıldı. 10. dakikada beşiktaş'ın isimsiz kahramanlarından (bkz: bayram bektaş)'ın golü gelmiş, ilk yarı biterken yandan gelen topa mondi almak üzereyken emre aşık'ın ayak koymasıyla boş kaleye girince soyunma odasına 2-0 geride girmiştik. suat kaya-sergen yalçın değişikliği ile başladığımız ikinci yarıda beşiktaş'ın kocası fleurquin sahneye çıkarak önce farkı bire indiren golü atmış, maçın sonlarına doğru da joker arif'e beraberlik golünü attırmıştı.
bu maçtan 3 gün sonra hakiki olimpico'da lazio karşısındaydık. bir galibiyetin tur kapısını aralama ihtimali olan doksan dakikayı dalga dalga gelen lazio'ya karşı bir şekilde berabere götürsek de bitime 15 dakika kala dejan stankovic'in sen de 25 ben deyim 30 metreden çıkarttığı bazukayla kaybetmiştik. grupta son maçlar öncesi nantes 8, galatasaray ve psv 7, lazio ise 6 puandaydı. herşey son maça kalmıştı ama arada oynanması gereken bir trabzonspor maçı vardı.
abdürrahim albayrak'ı kitlelere tanıtan maçta trabzonspor'u 3-1'le geçmiştik. gollerden sonra sakatlığı sebebiyle yanında oturan bülent korkmaz'ın üzerine abanmasıyla kamuoyunun acımayla karşışık sempatisine maruz kalmıştı o dönemin genç ve heyecanlı yöneticisi abdürrahim abimiz. önceleri deplasman klasiği sarı-kırmızı altur otobüsleri ile, yaptırıp kapalının göbeğine astırdığı "batmayan güneş sarın sönmeyen ateş krımızın, şampiyonluklar bekliyor taraftarın" pankartı, telegol programının muhtelif bölümlerinde şöyle bir görünmesiyle falan ismi kulaktan kulağa yayılıyordu. sezon başında popescu'nun lecce'ye transferi sonrası ulusa seslendiği "popesçu çok sevtiğimuz bir arkadaşimizdu" beyanatı ile istanbul dışındaki taraftar kendisini ilk defa tanımıştı. bu maçtan sonra gollerdeki sevinci ve ercan taner'in anonslarıyla iyiden iyiye hafızalara kazınacaktı.
bu maçın hemen arkasından sami yen'de oynanan ve top rakipteyken ıslık olayının ilk defa adam akıllı uygulandığı maç olan psv maçını 2-0 kazanarak tur atlamıştık. nantes lazio'yu devirerek küçük bir mucizeye imza atarken ikinci sırayı da galatasaray alıyordu. bir sonraki akşam camp nou'da formalite icabı oynanan maçta rivaldo'nun doksan küsurda attığı ve doksana giden frikik fenerbahçe'nin kabus şampiyonlar ligi sezonunu sıfır puanla bitirerek tersten bir rekora imza atmasına sebep oluyordu...
ekim ayı biterken galatasaray için işler gayet yolunda gidiyordu. 10 maçta 26 puanla en yakındaki fenerbahçe ve istanbulspor'a 4 puan fark atmıştık. şampiyonlar ligi'nde ikinci tur gruplarına kalmıştık, ek olarak fenerbahçe de sıfır puan çekmişti. beşiktaş ise 11 puan gerideydi.
tek sorun ikinci turda denk gelinen liverpool-barcelona-roma grubunun ölüm grubundan bir tık yukarda olması idi... ancak o yıllar hala daha adı aslan işi destan yılları olduğu için korkudan ziyade heyecan ve merak vardı...
bu maçtan üç gün sonra çılgın atan bir yağmur altında atan maçta bursaspor deplasmanındaydık. milli takımın dünya kupası vizesi için playoff maçlarına çıkacağı milli ara öncesine denk gelmesi sebebiyle, biraz da federasyonun ayak oyunuyla cuma günü oynamıştık. kalede kerem inan'ın oynadığı, pek çok as oyuncunun dinlendiği maçta 5-0 mağlup olduk. milli takım'ın dünya kupası vizesi almasından sonra oynanan maçta ise diyarbakırspor'u bülent korkmaz'ın orta sahadan gol attığı meşhur maçta 5-1 yenerek acısını çıkarmıştık bu skorun.
ikinci turun ilk maçında ali sami yen'de rakip roma idi. ayhan'ın müthiş hazırlayıp perez'e attırdığı golle maçı kazanmak üzereyken lanet bir serbest atışta mondragon ve fleurquin anlaşmazlığında boşta kalan top pozisyon sonunda boş olan kaleden içeri girince berabere bitmişti maç...
ligde bir sonraki rakip samsunspor'du. ali sami yen'de yine hayvani bir yağmur altında oynanan, kale arkalarının kapılarının açılıp taraftarların numaralı ve kapalıya alındığı maçta sergen yalçın'ın ilk yarıda attığı 2 golle maçı kazanmıştık. sergen'in ilk yarıda 2 golü attıktan sonra devre arasında oyundan çıkıp elinde çay kuvvetle muhtemel mont cebinde çekirdekle yedek kulübesine giden görüntüsü ise o sezonki performansının özeti gibidir...
o sezonun bir diğer dumur maçında erzurumspor'a deplasmanda altın golle elenip kupaya ilk turdan veda etmiştik. karlı buzlu bir sahada öğlen vakti oynanan maçta alınan mağlubiyet özellikle 1996-2001 arasının alışkanlığında pek de örneği olmayan bir durumdu. bu maçtan sonra rakip ligde hala üst sıralara tutunmaya çalışan istanbulspor'du. erken gelen golle öne geçmişken 30-33 dakikalarda gelen iki kırmızı kartla rakip bir anda 9 kişi kalınca bambaşka bir havaya bürünen maçı 4-1 kazanmıştık.
aralık ayının başında bu sefer nou camp'taydık. 5. dakikada ergün'ün ortasını ümit karan havada ayağıyla tamamlayarak golü yazınca, devre biterken fleurquin ile ikinci golü de bulunca yeni bir zafer mi geliyor beklentisi iyice tavan yapmıştı.. ancak ikinci yarının başında saviola'nın golü sonrasında barcelona oyunu domine etmiş, capone'nin kırmızısı sonrası beraberlik golü çok gecikmemişti. deplasman fobisi dört maça çıkmıştı ama rakibin adı ve maçın ünvanı bu detayın gözden kaçırılmasını sağlıyordu.
bu maçtan sonra 2 ay kadar ara vardı şampiyonlar ligi fikstürüne. 9 lig maçında 4 galibiyet, 3 beraberlik alabilmiştik. bu da 8 maçlık galibiyet serisinin bir kısmı bu periyodun başına denk gelen beşiktaş'ın gelip bizi yakalamasına sebep olmuştu. galibiyetlerin tamamı iç sahadaydı. ara transferde ön liberonun türkiye ligi'ndeki karşılıklarından joao batista, bursaspor'dan murat sözkesen ve romanya'dan radu niculescu transfer edilmişti. nou camp sonrası çıkılan ankaragücü deplasmanında 2-1 mağlup olmuştuk. daha sonra sergen'in hüseyin'i sünnet etmeye çalıştığı, tıpkı yıllar sonra oynanancak juventus maçı gibi iki güne yayılan yozgat deplasmanında 3-3, denizli deplasmanında 1-1 berabere kalmıştık. abdürrahim albayrak'ın deplasman tribününde takm elbise içinde kan ter vaziyette tezahürat yaptığı antalya deplasmanında ise son dakikaya 1-0 önde girmiş, gel gelelim kale önünde yaşanan karambolde saffet akyüz'ün golüne engel olamamıştık...
iç sahada ise 3 maçta 11 gol atıp 2 gol yemiştik. gel gelelim malatyaspor maçında deyim yerindeyse can çekişmiş, sergen yalçın'ı kaybederdek yeni transfer murat sözkesen'in galatasaray kariyerindeki tek golüyle galibiyete ulaşmayı başarmıştık...
23. haftada kadıköy deplasmanına giderken 50 puanla liderlik koltuğunda oturuyorduk herşeye rağmen. çünkü fenerbahçe de tıpkı bizim gibi deplasmanlarda puan dağıtmaya devam ediyordu. beşiktaş ise yakaladığı seriyle gerilerden gelmiş ve 47 puanla ikinci sıraya oturmuştu. fenerbahçe ise 43 puanla 3. sıradaydı. ali aydın'ın ve mondragon'un şov yaptığı maçta biz ali aydın'a fenerbahçe mondragon'a takılmış, rapaic'in artık çıkmayacak füzesiyle galip gelen fenerbahçe puan farkını 4'e indirmişti. sahada durum 11'e 7 iken son dakikalarda murat sözkesen'in heyecanlanıp kaçırdığı pozisyon ise puan farkından ziyade ezeli rekabette tarihi bir not düşme şansını ziyan ediyordu...
ertesi gün beşiktaş inönü stadı'nda liderlik için çıktığı ankaragücü maçına augustine ahinful'un golüyle adeta 1-0 geride başlıyordu. kısa bir süre sonra tümer'le beraberlik golünü bulduysa da galibiyet sayısı bir türlü gelmemiş. bitime 10 dakika kala gelen ankaragücü'nün galibiyet golüyle puan farkını aynen korumayı başarmıştık.
bu maçtan sonra 10 gün içinde liverpool ile iki kere berabere kalırken arada gençlerbirliği'ni 3-1 ile ali sami yen'den boş göndermeyi başaracaktık. anfield'da mondragon'un unutulmaz performansıyla gol yemeden dönmüştük. gençlerbirliği maçına golle başlasak da yine ikinci yarıyı binbir sinir stresle geçmiş, son 15 dakikada gelen iki golle yarışta kalmayı başarmıştık. var olan deplasman fobisine bir de kolay kazandığımız iç sahada iki maçı da zorlanarak kazanmamız eklenince takımın üzerindeki baskı unsuru artmaya başlamıştı...
ligin 25. haftasının açılış maçı kadıköy'de fenerbahçe ile rizespor arasındaydı. fenerbahçe maçı 2-1 kazanarak puanını 52'ye çıkardı. ertesi gün beşiktaş inönü'de can derdindeki yimpaş yozgatspor'u 4-2 ile geçmeyi başarıp 53 puana gelmişti. sıra 53 puanlı bir maçı eksik galatasaray'ındı. maçtan önceki çatışmalar ve göksel akıncı'nın performansıyla hatırlanan maçı göztepe 2-0 kazandı. böylece liderlik koltuğu 1 haftalığına da olsa beşiktaş'a geçerken fenerbahçe ile de puan farkı 1'e düşmüştü...
ligin 26. haftasında ali sami yen'de rakip beşiktaş idi. beyaz şort üstü kırmızı forma gibi nadir kullandığımız bir kombinasyonla çıkmıştık bu kritikten öte maça. iki takımın da hakkını verdiği ve zaman zaman yoğun bir konfeti yağmuru altından oynanan maçın tek golünü joker arif'in havadan pasında kafayı vuran beşiktaş'ın kocası fleurquin atmıştı. ilhan mansız'ın maçın sonlarına doğru ergen siniri diye tabir edilebilecek tripleri de sonucu değiştirmeyince galatasaray puanını 56'ya çıkarıp liderlik koltuğunu geri almıştı. ertesi gün fenerbahçe de antalyaspor deplasmanında alması gerekeni alarak 55 puanla ikinci sıraya çıkmıştı.
galatasaray'ın önünde roma deplasmanı, trabzon deplasmanı ve iç sahada barcelona maçı'ndan oluşan bir fikstür vardı. federasyonun trabzonspor maçını ertelemesi üzerine fbjk kardeşliği ayrı ayrı protesto gösterileri düzenlemiş, mircea lucescu "köpekler istedi diye atlar ölmez" diyerek galatasaray kariyerinin ender salvolarından birini atmıştı.
şampiyonlar ligi ikici tur beşinci maçında yine olimpico deplasmanındaydık. güntekin onay'ın galatasaraylı futbolcular roma stadında polis dövüyor repliği ile akıllara kazınan maçtan 1 puan çıkaran takım dönemin dışişleri bakanı, büyük galatasaraylı ismail cem'in verdiği nota sayesinde memlekete dönebiliyordu...
27. haftanın açılış maçında denizlispor ile kendi sahasında 2-2 berabere kalmıştı. fenerbahçe ise taraftarının öncesinde yürüyüş düzenlediği, her ne kadar sandıkta görüşürüz mesut bey pankartıyla hatırlansa da "roma polisine kalkan eller kırılsın" pankartı önünde oynanan maçta malatyaspor ile yine 2-2 berabere kalmıştı. böylece galatasaray 27. haftayı maç yapmamasına rağmen lider geçmeyi başarmıştı.
şampiyonlar ligi ikinci turu son maçında ali sami yen'de rakip barcelona idi. son maçlar öncesinde roma 7, barcelona 6, galatasaray 5, liverpool 4 puandaydı. galatasaray ofsayttan gelen golle hem iç sahada 25 maçlık avrupa kupası yenilmezlik serisini hem de çeyrek final şansını bırakıyordu. grubun diğer maçında sahasında roma'yı 2-0 yenen liverpool çeyrek final biletini alan diğer takım oluyordu...
galatasaray için artık yine lige dönme zamanı gelmişti...
28. haftanın açılış maçında fenerbahçe konuk ettiği gaziantepspor'u 4-1'le geçti. ertesi gün özhan canaydın'ın çiçeği burnunda başkan olarak lise'den çıkıp ayağının tozuyla tribünde izlediği maçta bursaspor'u 2-1 ile devirip üç puanı daha yazmayı başarmıştık. haftanın kapanış maçında beşiktaş da temiz bir skorla rize deplasmanından dönmeyi başarmıştı. bir maçı eksik galatasaray, fenerbahçe ile puan puanaydı. beşiktaş da 2 puan geriden takip ediyordu...
29. hafta ligin dönüm noktalarından biriydi... beşiktaş hafta içi kupa finali sebebiyle cuma günü oynadığı maçta antalyaspor'a inönü stadı'nda gol atamamıştı. ertesi gün de galatasaray diyarbakır deplasmanından golsüz beraberlikle dönmüştü. fenerbahçe gençlerbirliği deplasmanından galibiyetle dönmesi halinde bitime 5 maç kala, bir maç fazlasıyla da olsa 2 puan farkla lider olacaktı. istanbul'dan da hatırı sayılır bir taraftarın gittiği ve salkım saçak tribünler önünde oynanan maçta beklenen gol 70. dakika'da revivo'nun ayağından geldi...
maçın uzatma dakikalarında, 19 mayıs stadı'nı tıklım tıkış doldurmuş olan fenerbahçe taraftarı şampiyonluk şarkıları söylerken hevesi kursağında kalan spor kulübü geleneği devreye girmiş, yerden gelse tıngır mıngır denebilecek topa ahmet hassan'ın vurduğu kafa skoru tayin etmişti. puan farkı "tanrı bizim almamızı istiyor" dercesine devam ediyordu...
galatasaray'ın önünde 3 maçlık bir deplasman serisi vardı. 6 ay ve 14 resmi maçtır deplasmanda kazanamayan galatasaray'ın bu 3 maçtan en az 2 galibiyet çıkarması gerekiyordu. hafta içinde trabzonspor'u deplasmanda 2-0 yenerek puan farkını üçe çıkardı. 30. haftanın açılışını yine fenerbahçe kadıköy'de yaptı. göztepe'yi 3-0 yenerek yine beklemeye başladılar. kupa finalinde dörtlük olan beşiktaş malatya deplasmanında tek golle de olsa kazandı. galatasaray bu sefer yine ligin sert deplasmanlarından samsun'daydı. öncesinde yine taşlamalı kavgalı olaylara sahne olan maçta gol bir türlü gelmiyordu.
sağlı sollu ataklar gelirken, top bir o kale bir bu kaledeyken dakikalar 85.'e kadar gelmişti. ayhan akman'ın biraz da şapkadan tavşan çıkarıp son çizgiye inerek içeri kestiği topu ön direk dibinde kafayla adeta mıhlayan isim radu niculescu idi. devre arasında geldiği ligdeki ilk golün ardından romen futbolcu 100 küsur metrelik bir deparla karşı kale arkasındaki galatasaray tribününe koşarken tüm galatasaray camiası bayram sevinci yaşıyordu...
son 4 haftaya galatasaray 3 puan önde girmişti. iki maçı o sezon hiç puan kaybetmediği ali sami yen'de, deplasmanlardan biri de istanbulspor önündeydi. ancak iç sahadaki maçlardan biri ankaragücü'ne karşıydı ve malum camiada 13 mayıs 2001 galatasaray ankaragücü maçının bir tekrarı beklentisi son umut olarak tavan yapmıştı. ancak galatasaray şampiyonluk potasına girmişti bir kere...
önce güngören mimar yahya baş stadyumu'nda istanbulspor'a konuk oluyoduk. 10 bin civarı galatasaraylının tıklım tıkış doldurduğu tribünler önünde ve sarı-kırmızı sis bombaları eşliğinde başlayan maçı 2-0 kazandı galatasaray. saffet akbaş'ın kendi kalesine attığı gol, hemen ardından gelen kırmızı kart, sonra ligin şahsına münhasır kalecilerinden zdravkov'un kırmızı gördüğü pozisyonun devamında gelen ikinci gol derken stresli geçmesi beklenen maç 45. dakikada bitmişti. ercan taner hagi desene tezahüratları eşliğinde ikinci yarı adeta formalite icabı oynanmıştı. haftanın kapanış maçında fenerbahçe inönü'de 2-0'la geçerken beşiktaş da sezona havlu atıyordu...
32. haftada artık galatasaray ve fenerbahçe kalmıştı yarışta ve ikisi de aynı dakikada başlayan maçlarda kendi sahasında oynuyordu. galatasaray'ın rakibi ankaragücü iken kadıköy'de trabzonspor fenerbahçe'ye konuk oluyordu. galatasaray seyircisinin de büyük desteğiyle bir sezon önceki acı tecrübenin tekerrür etmesine izin vermemiş, maçı biri kendi kalesine diğeri de penaltıdan olan 2 golle kazanmıştı. fenerbahçe ise aynı dakikalarda sahne kostümünü andıran her tarafı yıldızlı forması ile oynayarak kendine yakışanı yaptığı maçta trabzonspor'u 3-0'la geçmişti...
galatasaray 33. haftada şampiyonluk için kocaeli deplasmanına gidiyordu. fenebahçe ise bursa'da kazanıp galatasaray'ın puan kaybetmesini bekleyecekti iddiasını son haftaya taşıyabilmek için. bir ay önce beşiktaş'ı 4-0 yenerek türkiye kupasını kazanan kocaelispor zor bir takımdı. sıralamaya dair herhangi bir kaygısı olmasa da puan kaybı süpriz olmazdı tarafsız gözle izleyenler için. ancak galatasaray abdürrahim albayrak sponsorluğunda körfeze akın eden yaklaşık 6-7 bin taraftarıyla birlikte 28 nisan 2002 kocaelispor galatasaray maçını 2-0 kazanıp 15. kez mutlu sona ulaşmıştı. maçın yıldızı ise gol krallığı kovalamasına rağmen iki golde de asist yapan, özellikle ikinci golde kendi de rahatlıkla golü atabilecekken garantiye oynayan joker arif idi...
son hafta rakip küme düşmüş olan yimpaş yozgatspor idi. kırmızı siyahlı takımın teknik direktörü uğur tütüneker yıllar sonra çıktığı sami yen'de tribünler tarafından unutulmamış, "uwe" lakaplı eski futbolcu yoğun tezahürata tribünlere giderek karşılık vermişti.
ali sami yen yükünü ziyadesiyle almıştı. hava pırıl pırıldı ve herşey şampiyonluk kutlamaları için elverişliydi. geriye tek bir iş kalmıştı, yılların emektarı joker arif'i kariyerinin sonlarında gol krallığı ile buluşturmak... tüm takımın arif erdem'e hat trick yaptırmak için çıktığı maç 5-0 biterken arif 88. dakikada güç bela 2. golü atıp gol krallığını ilhan mansız ile paylaşabilmiş, sebastien perez'in gaza gelip 2 gol atması ise izleyenleri güldürmüştür.
velhasıl galatasaray son 6 yılda 5., son 10 yılda 7. şampiyonluğuna ulaşmıştır. hem de kadrosunun önemli bir kısmını kaybedip yeniden kurduğu, mart ayına kadar avrupa kupalarında da mücadele ettiği bir sezonda... üstelik kadrosunun bazı oyuncularına dudak bükülürken, hocasının yetenekleri sık sık sorgulanırken...
sezonun yıldızı 21 gol 11 asist yapan arif erdem'dir. yıllar yılı galatasaray forvetinde ikinci adam görevini erinmeden sürdüren gönül adamı joker arif kariyerinin sonlarında attırmak yerine atmak odaklı oynama fırsatı bulmuş, 21 golle gol kralı olurken 11 de asist yapmıştır. galatasaray sezon boyu attığı 75 golün 32 tanesinde doğrudadan arif erdem'in imzası vardı bir başka değişle... şubat ayında sakatlanan sergen de 7 gol 8 asistle 15 gole katkı vermiştir. serkan aykut 9, ümit karan 7 gol atarken ergün penbe 9, hasan şaş ise 7 asistle öne çıkan diğer isimler olmuştur. galatasaray'ın 7 deplasman fobisine rağmen sami yen'de 17 maçta alınan 51 puan, son 9 maçtaki 8 galibiyet 1 beraberlik ve ilk 10 maçtaki 8 galibiyet 2 beraberlik şampiyonluk performansı ortaya çıkarmıştır.