2010'ların başlarında tenise yılda 10 milyon kanada doları bandında yatırım yapan ve bunun meyvelerini 2010'ların ortalarında
eugenie bouchard ve
milos raonic gibi isimlerle almaya başlayan ülkedir. bouchard farklı alanlara yönelip kariyerini baltalamış olsa da raonic
wimbledon 2016'da final görmüş ve grand slam'de final oynamayı başaran ilk kanadalı oyuncu olmuştu. sonrasında ise kanada bu yatırımları tabiki devam ettirdi. toronto, vancouver, montreal gibi büyük şehirlerinde çok ciddi tenis tesisleri kurdular. 2016-17 yıllarından sonra ise bouchard ve raonic ile yaptıkları çıkışı erkeklerde
felix auger-aliassime ve
denis shapovalov, kadınlarda ise
bianca andreescu ile müthiş şekilde devam ettirdiler. andreescu katıldığı 4. slam ana tablosunda şampiyon olmayı başardı. kanada tarihinin
grand slam kazanan ilk oyuncusu oldu. bouchard'a kadar kadınlarda taa 80'lerde oynamış
carling bassett-seguso gibi görece kalbur üstü bir oyuncuya sahip olan bu ülke son 10 yılda bassett-seguso'yu daha 20'li yaşlarının başında kariyer anlamında geride bırakan 2 tane kadın oyuncu çıkartmış oldu. bu da yetmedi ve 2020 yılında
leylah annie fernandez gibi kadınlarda bir genç yeteneği daha parlattılar ve hemen meyvesini aldılar. bu senenin başlarında fernandez kariyerinin ilk
wta zaferine ulaştı.
wta sıralamasında ilk 100'e girdi. dün de
elina svitolina'yı yenerek kariyerinin ilk slam yarı finalini yaptı. işin özü yatırımını çok doğru yapan akıllı bir ülke.
buna benzerlerini sadece tenis bazında norveç, danimarka, finlandiya, yunanistan, italya, isveç, sırbistan, isviçre, avustralya gibi ülkelerde de görüyoruz. yönetimsel ve anlayış açısından geçmişe göre tek geriye gidiş bence abd'de mevcut. ancak bu başka bir entry'nin konusu ve bu entry'yi burada noktalıyorum.
(bkz:
2021 amerika açık tenis turnuvası)
(bkz:
amerika birleşik devletleri/#3242700)