1
brugge şehrinin masalsı görüntüsü insanı hemen içine çeker. kanallar, taş sokaklar, orta çağ’dan kalmış gibi duran meydanlar… her şey o kadar sakin, o kadar kartpostallık ki, futbolun burada nasıl bir yere oturduğunu merak etmemek mümkün değil. brugge’ün sessizliğiyle futbolun enerjisi arasında garip ama güzel bir denge var.
şehirde dolaşırken club brugge’ün mavisi-siyahtı ya da cercle brugge’ün yeşil-siyahtı bir anda karşınıza çıkabiliyor. ama marsilya’daki gibi bağıra çağıra bir sahiplenme yok; brugge’de futbol daha çok köklü bir alışkanlık gibi. insanlar takımlarını seviyor ama şehrin ritmi bozulmuyor, futbol burada hayatın kenarından değil, içinden ama sakin bir şekilde akıyor.
stadyuma doğru yürürken brugge’ün o masalsı dokusu biraz değişiyor. şehrin dinginliğinin altından, yılların getirdiği bir futbol kültürü çıkıyor. club brugge taraftarının kendine has bir özgüveni var; başarılı olmanın verdiği bir alışkanlık gibi. gürültü yok ama bir özgüven, bir “biz buradayız” hali… cercle taraftarı ise daha mütevazı, daha yerel, daha aile gibi.
maç izlediğim gün hissettiğim şey şu oldu: brugge’de futbol, sakin bir şehrin içindeki en kontrolsüz an. tribünler şehrin günlük temposundan daha hareketli ama marsilya’daki gibi vahşi de değil. bir orta yol var; ölçülü bir tutku diyelim. insanlar oyunun zevkini çıkarmayı seviyor. doğru pas, doğru koşu, iyi bir pres… bu tarz detaylara değer veriliyor.
brugge takımları da şehre çok benziyor. club brugge, düzenli, disiplinli, planlı… tıpkı şehrin temizliği ve düzeni gibi. cercle brugge ise biraz daha romantik, biraz daha inişli çıkışlı ama sempatik. şehrin iki farklı ruhunu iki takımda da görmek mümkün.
benim amatör edebi tarzımla söyleyeyim: brugge’de futbol, kartpostal gibi görünen bir şehrin gizli hareketli sahnesi. gündüzleri sakinliğin resmini çizersin, akşam stadyuma gidince o resmin arkasında unutulmuş bir heyecan bulursun. brugge’ün güzelliği de burada; futbol şehrin ruhunu bozmaz, şehrin ruhu da futbolu yutmaz. ikisi birbirine ustaca karışır.
şehirde dolaşırken club brugge’ün mavisi-siyahtı ya da cercle brugge’ün yeşil-siyahtı bir anda karşınıza çıkabiliyor. ama marsilya’daki gibi bağıra çağıra bir sahiplenme yok; brugge’de futbol daha çok köklü bir alışkanlık gibi. insanlar takımlarını seviyor ama şehrin ritmi bozulmuyor, futbol burada hayatın kenarından değil, içinden ama sakin bir şekilde akıyor.
stadyuma doğru yürürken brugge’ün o masalsı dokusu biraz değişiyor. şehrin dinginliğinin altından, yılların getirdiği bir futbol kültürü çıkıyor. club brugge taraftarının kendine has bir özgüveni var; başarılı olmanın verdiği bir alışkanlık gibi. gürültü yok ama bir özgüven, bir “biz buradayız” hali… cercle taraftarı ise daha mütevazı, daha yerel, daha aile gibi.
maç izlediğim gün hissettiğim şey şu oldu: brugge’de futbol, sakin bir şehrin içindeki en kontrolsüz an. tribünler şehrin günlük temposundan daha hareketli ama marsilya’daki gibi vahşi de değil. bir orta yol var; ölçülü bir tutku diyelim. insanlar oyunun zevkini çıkarmayı seviyor. doğru pas, doğru koşu, iyi bir pres… bu tarz detaylara değer veriliyor.
brugge takımları da şehre çok benziyor. club brugge, düzenli, disiplinli, planlı… tıpkı şehrin temizliği ve düzeni gibi. cercle brugge ise biraz daha romantik, biraz daha inişli çıkışlı ama sempatik. şehrin iki farklı ruhunu iki takımda da görmek mümkün.
benim amatör edebi tarzımla söyleyeyim: brugge’de futbol, kartpostal gibi görünen bir şehrin gizli hareketli sahnesi. gündüzleri sakinliğin resmini çizersin, akşam stadyuma gidince o resmin arkasında unutulmuş bir heyecan bulursun. brugge’ün güzelliği de burada; futbol şehrin ruhunu bozmaz, şehrin ruhu da futbolu yutmaz. ikisi birbirine ustaca karışır.

