112
türkiye – almanya : 1-3 …. hem nalına hem mıhına maç yazısı
sonuç kötü, ümit kırıcı ama şaşırtıcı değil. hele ki maçı izleyenler için. öyle bir maç düşünün ki, iki ülkenin en kalbur üstü futbolcuları oynuyor, ama sahaya baktığınızda bir takım görüyorsunuz, bir de toplama takım.
neden? çünkü almanya’nın bir futbol ekolü var, oyuncuları ona göre seçiyor. biz ise kim iyi ve formdaysa onu alıyoruz. uyum falan filan kriterlerimiz arasında değil. fatih terim, mustafa denizli ve şenol güneş’in takımları da aynı kriterlere göre seçilmek zorunda kalınıyordu, eldeki yine buydu. ama o büyük hocalar, büyük adamlar hiç değilse birbirinin dilinden anlayan, birbirini seven, amatör gibi birbirleriyle oynamaktan zevk alan bir kadro oluşturuyorlardı. mesela, 2002 dünya kupası öncesi bütün reklamlarda oynayan tümer neden kadro dışı kaldı?
almanya bize fazla geldi, net. biz aynı ligde değiliz bu büyük ülke takımlarıyla, biz olsa olsa başaltı takımlarla aynı kategorideyiz. denk getirirsek turnuvalarda yürüyoruz. asıl önemli olanın turnuvalara katılmak olduğunu, arada bir katılıp derece yapmaktan önemli olduğunu anladığımız ve başardığımız an türk futbolundan bahsetmek mümkün olacak. mesela, şampiyonlar liginde her sene çeyrek final oynamak, avrupa ligini bir kere kazanmaktan çok daha büyük başarıdır bence. bunu bir anlasak, hayat bayram ve tatil olacak ama, ı-ıh.
maçı kısaca geçeyim ki sıra futbol taraftarına gelsin. almanya klasik ve klişe haline gelen makine düzeninde oynamaya başladı. bizim sağımız solumuz belli olmadığı için önce oyunu kendi sahalarında kabul edip, alanı daralttılar. fakat bizim oyuncularımız o kadar telaşla top kullanıyordu ki. almanya önce baskı yapmadı, bekledi, alanı kapattı. yardımlaşma ve iş bölümünü çok iyi bildikleri için eğer ispanya milli takımı değilseniz almanları geçmeniz pek mümkün değil. yine de iki kez ağır savunmalarını geçtik. birinde hamit’le diğerinde selçuk inan’la golü atamadık. hamit’i bu pozisyondan sonra görmedim, kendi adıma. oyuncu üzerinden konuşmayı genellikle yersiz bulurum ama hamit’ten bahsetmemin sebebini merak ediyorsanız, şimdiden önümüzdeki satırlara bakın.
oyunun devamında almanya oyunu sahamıza yıktı, bizi oradan çıkartmadı. pozisyon da bulamadılar aslında ama bizi kalelerine hiç yaklaştırmadılar, kontra yapmamıza izin vermediler. artık almanya topu bizim 18 civarında kaybettikten sonra prese de başlamıştı. biz de servet ve gökhan gönül ile topu ileri şişirmek zorunda kaldık. nedir, duvar tenisi !
cılız ataklarımızdan birinde topu kaptırdık almanya bize ingiliz golü attı. santrafora uzun top. santrfor, top ve stoper üçlüsünden hangi ikisinin nerede olacağına göre ya gol ya da olmaz bir pozisyondur bu, ismi varsa da bilmiyorum. beklenen oldu, top ile gomez ayrıldı, servet tek kaldı, uzak bir yerde, gol oldu. bir stoper böyle bir çalımı, böyle bir yerde yiyorsa, bir daha malzeme çantasını bile taşımasın. sezon başından beri yazıyorum, artık servet’in devri geçti, yaşlandı. eskiden genç ve kuvvetliyken, bir şekilde rakibiyle mücadele edebiliyordu, artık işi bitti. hele ki, sakatlıktan çıkmışken servet’i oynatmak için maçı satmış olmak gerekir. ne var. şike yöntemlerinden biridir abicim, oynayamayacak adamı oynayamayacağı zaman ve mevkide oynatırsın. şike, hocanın şikesidir. elbette şike olduğunu sanmıyorum ama hıncal uluç’a empati yaptım, bu çıktı. hıncal’a empati dedim de aklıma geldi; ulan bu oğuz hafta içi ersun yanal’dan kurtuldu şimdi de hiddink’in kuyusunu kazmış olmasın. olamaz mı, olabilir ! isterseniz ali şen’e sorun. memleket komplo teorisi sever.
almanya taç atıyor bizim sahada, korner atıyor, atak yapıyor. sonlanınca almanlar biraz baskı yapıyor, hop yine topu kapıyorlar. bir ara topla oynama yüzdesi verdiler %36 türkiye, %64 almanya. bu nedir allahaşkına. uzun yıllardır hiç böyle şey görmemiştim. umudumuz arda’ya top geliyor, heyula gibi almanların arasında, adamların 45 numara kramponlarının arasında kayboluyor. bi vücut gösteriyor, başka yerlerde bakkala giden savunmalar bu defa kıpırdamıyor bile. ya topu geri veriyor ya adamlar kapıyor. bütün maç bir kez geçti, o da boyu boyuna, ayakkabı numarası ayakkabı numarasına uygun lahm’ın kanadından, selçuk inan’a da şahane çıkardı, top avuta gitti. maçın kırılma anıydı, yersen.
ben uzun yıllardır bu kadar aciz kaldığımız bir maç hatırlamıyorum. 80’lerde macarlardan ve ingilizlerden fark yediğimizde bu kadar aciz kaldığımızı hayal meyal hatırlıyorum. yok lan, çok net hatırlıyorum da, yaşım belli olmasın diye öyle dedim.
almanlar oyunun son yarım saatinde birkaç kez 18imiz içinde bi istop bi pas 5’e 2 oynadılar bizimle yahu. böyle rezalet olur mu? idmanda olsa, soyunma odasında devam eden kavga çıkar, makara yaptıkları için.
uzun zamandır önerdiğim ekol alman ekolü. sitede bu konuda çok yazı var. salt pas futbolu değil. yerine, duruma göre esneyebilen bir futbol şekli. gerektiğinde kapan kontra yap, gerektiğinde oyunu rakip sahaya yık. ha evet, alman futbolcular çok kaliteli. sen de yetiştir be adam. onlar senin gençlerini alıp yetiştiriyor. almanya u17 miydi, ilk 11’de 8 tane türk vardı (kökenli diyen dilinizi eşek arısı soksun). demek ki genetik olarak futbolla ilgili sorunun yok. sorun, yetiştirilme biçiminde. kur sitemini yetiştir adamlarını.
bir kısım hiddink bizimle dalga geçiyor diyor, bir kısımda hep olduğu gibi, “adamın kariyerine bakın. güney kore, avustralya, rusya” falan diye başarılı olduğu takımları sayıyor.
yabancı ya da yerli fark etmeksizin beni ilgilendiren tek şey, bizimle ne yaptığıdır. bizden önceki kariyeri, yaptıkları falan umurumda değil. bize ne verdi. ister galatasaray’a ister milli takıma. hiddink henüz hiçbir şey vermiş değil, bizi bir arpa boyu ilerletmiş değil. hiddink geldiğinden beri birisi de çıkıp desin ki, daha önce beceremediğimiz bir şeyi halletli. yan toptan gol yemez mi olduk, yan toptan gol atar mı olduk, dıran topları muhteşem kullanır mı olduk, şahane ofsayt kurar mı olduk? ben söyleyeyim, e) hiç biri.
neden böyle oluyor peki bu işler? adamlar dışarıda başarılı oluyor da, burada başarılı olamıyor. öncelikle buradaki futbol iklimi farklı, dinamikler farklı, çünkü biz farklıyız. bizi bütün gün çay içen adamlarız arkadaşım. zengini, fakiri, sofusu, ateisti biz çay içeriz. biz bi çay içmeye bekleriz. adamın bundan haberi var mı, yok. önemi var mı? elbette. neden önemi olduğunu anlatacak mıyım? tabii ki hayır.
buranın futbol ikliminin farklı olması, yabancılar için bulunmaz nimet. at suçu “bunların orası zaten acayip bir yer” diye, kurtul. diyelim ki haklı adamlar. iyi de ben seni niye getirdim ki takımın başına. sana anlatmadılar mı, bizim şunlarımız eksik falan diye, anlattılar. kaldı ki hiddink zaten biliyor bizi. ama dalga geçiyor denmesine sebep olacak şekilde, bizi ciddiye almıyor. bu işler böyledir.
sanırım misimoviç mevzusunda da yazmıştım. neymiş, magath gibi disiplin manyağı adamın kadrosunda takır takır oynayan adam hagi’nin disiplinine mi karşı gelecekmiş. evet, aynen öyle. çünkü adam magath’ı ve bundesliga’yı önemsediği gibi hagi’yi ve stsl’yi önemsemiyor ki. almanyada çalıştığı gibi burada çalışmıyor. ne yapacaksın, ya paketleyeceksin, ya kaprisini çekeceksin. hagi çeker mi, çekmedi zaten, paketledi gitti.
hiddink’in durumu da böyle. adam seni umursamıyor ki. tanıdığı, bildiği birkaç oyuncu dışında ona diyorlar ki “hoca aday kadro budur”, ok deyip açıklıyor abi. adam nereden bilsin nerede, hangi futbolcu var, gelimiyor ki türkiye’ye. cübbeli ahmet hoca diyor ya” adamın cenaze namazında soruyorlar nasıl bilirdiniz, adamı tanımıyorduk ki, gelmiyordu camiye, ne bileyim nasıl bir adamdı”. hiddink de o hesap, gelmiyor ki memlekete, topçuları bilsin.
bir de saha içi eleştirisi getireyim. ikinci devre topu ileri taşımak için hızlanmak lazımdı. gökhan töre’nin oyuna girmesi tamam, iyi de ona pasları atacak adam selçuk inan niye çıkar yahu. hep anlatırım. mustafa denizli galatasaray’ın başındayken oyun krize girince mirsad kovaçeviç’i getirirdi kenara. oh be derdik, tanju’yla çift forvet oynayacak golü buluruz. denizli oyundan prekazi’yi çıkarırdı. ulan tanju’yla mirsad’a ortayı kim yapacak peki? yabancı sınırı demeyin, mirsad’ın soyadı türk vatandaşlığna geçince güneş olmuştu.
şimdi yine, yeniden abdullah avcı mevzusu çıktı. adamı yerler hocam. kurtlar sofrası orası, fatih terim dayanamadı gitti. hiç bana hükümet bağlantısı falan demeyin, fatih hoca kadar başbakanla muhabbeti olan başka adam gösteremezsiniz. başbakana ara pası atıp gol attıran adamdır fatih hoca. abdullah avcı’ya da yazık olur. ama yok, ille de örovizyona bu sene de yüksek sadakat gitsin gibi düşünüp abdullah avcı diyorsanız orasını bilemem. yalnız unutmayın, bu ülkede kim örovizyona gittiyse bir daha ortalıkta gözükmedi. aman dikkat.
üçüncü a4 sayfamıza girerken konuyu milli takım taraftarlığına getireceğim elbette. dertliyim çünkü.
milli maçların heyecanı kalmadığı görülüyor. çok sayıda twit okudum bugün taraftarı olduğu takımın maçı kadar heyecanlanmadığını söyleyen. olabilir elbette, ama sayı çok fazla. tanıdıklarımı unfollowla tehdit bile ettim ama işe yaramadı. bu çok ciddi bir sorun. bizim milli takım taraftarımız yok. kadıköydeki maça fenerliler, inönü’ye beşiktaşlılar, asy arenaya galatasaraylılar gidiyor. olabilir, ayak alışkanlığıdır. iyi de, stada göre futbolcuya verilen tepki nasıl farklılaşır, anlamıyorum bir türlü.
hanımlar, beyler bana zamanın ruhundan bahsetmeyin. özal görmüş bir vatandaşım ben, bu ülkenin yapısının ne kadar hızlı değiştiğinin canlı tanıklarından biriyim, kitaplardan okuyup öğrenmedim. ama o zaman ki ahlaki erozyon bile milli takımı seyircisiz bırakmamıştı yahu.
bence bu sorunun en büyük sebebi; içerideki rekabet o kadar büyük hale geldi ki, gözler başka şey görmez oldu. adam tuttuğu takım topçusuna sahip çıkıypr, diğerlerini yerden yere vuruyor. bir saçma sidik yarışıdır gidiyor. çok saçma değil mi? futbolla, futbolcunun oynadığı oyunla falan kimsenin ilgisi yok. herkes diğer takımın topçusuna bok atmak için izler olmuş milli maçları. fenerlinin ödü kopuyor galatasaraylı gol atacak diye, galatasaraylı titriyor gol pasını fenerli verecek diye. bu gece her ikisinin de korktuğu başına geldi. ortayı gökhan gönül kesti, golü hakan balta attı. sağ bek kesti, sol bek golü attı. artık bu da kapak olmadıysa, nasıl bir kapak bekliyorsunuz acaba?
twitter süper icat. nabzı tutabiliyorsun twitterda. adamlar bir bellemiş sabri vs gökhan gönül. biri hata yapıyor kimisi twit yağdırıyor, diğerleri sessiz. iyi bir şey yapınca tersi. bu nedir arkadaş? maç boyu ortalarda gözükmeyen hamit altıntop’a bir şey diyen yok. neden? bize ne lan, real madrid’de oynuyor.
bu işler böyleyken, adam tuttuğu takımın formasıyla milli maça gider tabii. bir de şu var, milli formanın orijinali kaç para haberiniz var mı?
valla buraya kadar okuyana helal olsun. galatasarayın içerdeki ilk maçından önce nevizadeye gelsin bira ısmarlıycam kendisine. yazıdan soru sorarım ha:)
**
sonuç kötü, ümit kırıcı ama şaşırtıcı değil. hele ki maçı izleyenler için. öyle bir maç düşünün ki, iki ülkenin en kalbur üstü futbolcuları oynuyor, ama sahaya baktığınızda bir takım görüyorsunuz, bir de toplama takım.
neden? çünkü almanya’nın bir futbol ekolü var, oyuncuları ona göre seçiyor. biz ise kim iyi ve formdaysa onu alıyoruz. uyum falan filan kriterlerimiz arasında değil. fatih terim, mustafa denizli ve şenol güneş’in takımları da aynı kriterlere göre seçilmek zorunda kalınıyordu, eldeki yine buydu. ama o büyük hocalar, büyük adamlar hiç değilse birbirinin dilinden anlayan, birbirini seven, amatör gibi birbirleriyle oynamaktan zevk alan bir kadro oluşturuyorlardı. mesela, 2002 dünya kupası öncesi bütün reklamlarda oynayan tümer neden kadro dışı kaldı?
almanya bize fazla geldi, net. biz aynı ligde değiliz bu büyük ülke takımlarıyla, biz olsa olsa başaltı takımlarla aynı kategorideyiz. denk getirirsek turnuvalarda yürüyoruz. asıl önemli olanın turnuvalara katılmak olduğunu, arada bir katılıp derece yapmaktan önemli olduğunu anladığımız ve başardığımız an türk futbolundan bahsetmek mümkün olacak. mesela, şampiyonlar liginde her sene çeyrek final oynamak, avrupa ligini bir kere kazanmaktan çok daha büyük başarıdır bence. bunu bir anlasak, hayat bayram ve tatil olacak ama, ı-ıh.
maçı kısaca geçeyim ki sıra futbol taraftarına gelsin. almanya klasik ve klişe haline gelen makine düzeninde oynamaya başladı. bizim sağımız solumuz belli olmadığı için önce oyunu kendi sahalarında kabul edip, alanı daralttılar. fakat bizim oyuncularımız o kadar telaşla top kullanıyordu ki. almanya önce baskı yapmadı, bekledi, alanı kapattı. yardımlaşma ve iş bölümünü çok iyi bildikleri için eğer ispanya milli takımı değilseniz almanları geçmeniz pek mümkün değil. yine de iki kez ağır savunmalarını geçtik. birinde hamit’le diğerinde selçuk inan’la golü atamadık. hamit’i bu pozisyondan sonra görmedim, kendi adıma. oyuncu üzerinden konuşmayı genellikle yersiz bulurum ama hamit’ten bahsetmemin sebebini merak ediyorsanız, şimdiden önümüzdeki satırlara bakın.
oyunun devamında almanya oyunu sahamıza yıktı, bizi oradan çıkartmadı. pozisyon da bulamadılar aslında ama bizi kalelerine hiç yaklaştırmadılar, kontra yapmamıza izin vermediler. artık almanya topu bizim 18 civarında kaybettikten sonra prese de başlamıştı. biz de servet ve gökhan gönül ile topu ileri şişirmek zorunda kaldık. nedir, duvar tenisi !
cılız ataklarımızdan birinde topu kaptırdık almanya bize ingiliz golü attı. santrafora uzun top. santrfor, top ve stoper üçlüsünden hangi ikisinin nerede olacağına göre ya gol ya da olmaz bir pozisyondur bu, ismi varsa da bilmiyorum. beklenen oldu, top ile gomez ayrıldı, servet tek kaldı, uzak bir yerde, gol oldu. bir stoper böyle bir çalımı, böyle bir yerde yiyorsa, bir daha malzeme çantasını bile taşımasın. sezon başından beri yazıyorum, artık servet’in devri geçti, yaşlandı. eskiden genç ve kuvvetliyken, bir şekilde rakibiyle mücadele edebiliyordu, artık işi bitti. hele ki, sakatlıktan çıkmışken servet’i oynatmak için maçı satmış olmak gerekir. ne var. şike yöntemlerinden biridir abicim, oynayamayacak adamı oynayamayacağı zaman ve mevkide oynatırsın. şike, hocanın şikesidir. elbette şike olduğunu sanmıyorum ama hıncal uluç’a empati yaptım, bu çıktı. hıncal’a empati dedim de aklıma geldi; ulan bu oğuz hafta içi ersun yanal’dan kurtuldu şimdi de hiddink’in kuyusunu kazmış olmasın. olamaz mı, olabilir ! isterseniz ali şen’e sorun. memleket komplo teorisi sever.
almanya taç atıyor bizim sahada, korner atıyor, atak yapıyor. sonlanınca almanlar biraz baskı yapıyor, hop yine topu kapıyorlar. bir ara topla oynama yüzdesi verdiler %36 türkiye, %64 almanya. bu nedir allahaşkına. uzun yıllardır hiç böyle şey görmemiştim. umudumuz arda’ya top geliyor, heyula gibi almanların arasında, adamların 45 numara kramponlarının arasında kayboluyor. bi vücut gösteriyor, başka yerlerde bakkala giden savunmalar bu defa kıpırdamıyor bile. ya topu geri veriyor ya adamlar kapıyor. bütün maç bir kez geçti, o da boyu boyuna, ayakkabı numarası ayakkabı numarasına uygun lahm’ın kanadından, selçuk inan’a da şahane çıkardı, top avuta gitti. maçın kırılma anıydı, yersen.
ben uzun yıllardır bu kadar aciz kaldığımız bir maç hatırlamıyorum. 80’lerde macarlardan ve ingilizlerden fark yediğimizde bu kadar aciz kaldığımızı hayal meyal hatırlıyorum. yok lan, çok net hatırlıyorum da, yaşım belli olmasın diye öyle dedim.
almanlar oyunun son yarım saatinde birkaç kez 18imiz içinde bi istop bi pas 5’e 2 oynadılar bizimle yahu. böyle rezalet olur mu? idmanda olsa, soyunma odasında devam eden kavga çıkar, makara yaptıkları için.
uzun zamandır önerdiğim ekol alman ekolü. sitede bu konuda çok yazı var. salt pas futbolu değil. yerine, duruma göre esneyebilen bir futbol şekli. gerektiğinde kapan kontra yap, gerektiğinde oyunu rakip sahaya yık. ha evet, alman futbolcular çok kaliteli. sen de yetiştir be adam. onlar senin gençlerini alıp yetiştiriyor. almanya u17 miydi, ilk 11’de 8 tane türk vardı (kökenli diyen dilinizi eşek arısı soksun). demek ki genetik olarak futbolla ilgili sorunun yok. sorun, yetiştirilme biçiminde. kur sitemini yetiştir adamlarını.
bir kısım hiddink bizimle dalga geçiyor diyor, bir kısımda hep olduğu gibi, “adamın kariyerine bakın. güney kore, avustralya, rusya” falan diye başarılı olduğu takımları sayıyor.
yabancı ya da yerli fark etmeksizin beni ilgilendiren tek şey, bizimle ne yaptığıdır. bizden önceki kariyeri, yaptıkları falan umurumda değil. bize ne verdi. ister galatasaray’a ister milli takıma. hiddink henüz hiçbir şey vermiş değil, bizi bir arpa boyu ilerletmiş değil. hiddink geldiğinden beri birisi de çıkıp desin ki, daha önce beceremediğimiz bir şeyi halletli. yan toptan gol yemez mi olduk, yan toptan gol atar mı olduk, dıran topları muhteşem kullanır mı olduk, şahane ofsayt kurar mı olduk? ben söyleyeyim, e) hiç biri.
neden böyle oluyor peki bu işler? adamlar dışarıda başarılı oluyor da, burada başarılı olamıyor. öncelikle buradaki futbol iklimi farklı, dinamikler farklı, çünkü biz farklıyız. bizi bütün gün çay içen adamlarız arkadaşım. zengini, fakiri, sofusu, ateisti biz çay içeriz. biz bi çay içmeye bekleriz. adamın bundan haberi var mı, yok. önemi var mı? elbette. neden önemi olduğunu anlatacak mıyım? tabii ki hayır.
buranın futbol ikliminin farklı olması, yabancılar için bulunmaz nimet. at suçu “bunların orası zaten acayip bir yer” diye, kurtul. diyelim ki haklı adamlar. iyi de ben seni niye getirdim ki takımın başına. sana anlatmadılar mı, bizim şunlarımız eksik falan diye, anlattılar. kaldı ki hiddink zaten biliyor bizi. ama dalga geçiyor denmesine sebep olacak şekilde, bizi ciddiye almıyor. bu işler böyledir.
sanırım misimoviç mevzusunda da yazmıştım. neymiş, magath gibi disiplin manyağı adamın kadrosunda takır takır oynayan adam hagi’nin disiplinine mi karşı gelecekmiş. evet, aynen öyle. çünkü adam magath’ı ve bundesliga’yı önemsediği gibi hagi’yi ve stsl’yi önemsemiyor ki. almanyada çalıştığı gibi burada çalışmıyor. ne yapacaksın, ya paketleyeceksin, ya kaprisini çekeceksin. hagi çeker mi, çekmedi zaten, paketledi gitti.
hiddink’in durumu da böyle. adam seni umursamıyor ki. tanıdığı, bildiği birkaç oyuncu dışında ona diyorlar ki “hoca aday kadro budur”, ok deyip açıklıyor abi. adam nereden bilsin nerede, hangi futbolcu var, gelimiyor ki türkiye’ye. cübbeli ahmet hoca diyor ya” adamın cenaze namazında soruyorlar nasıl bilirdiniz, adamı tanımıyorduk ki, gelmiyordu camiye, ne bileyim nasıl bir adamdı”. hiddink de o hesap, gelmiyor ki memlekete, topçuları bilsin.
bir de saha içi eleştirisi getireyim. ikinci devre topu ileri taşımak için hızlanmak lazımdı. gökhan töre’nin oyuna girmesi tamam, iyi de ona pasları atacak adam selçuk inan niye çıkar yahu. hep anlatırım. mustafa denizli galatasaray’ın başındayken oyun krize girince mirsad kovaçeviç’i getirirdi kenara. oh be derdik, tanju’yla çift forvet oynayacak golü buluruz. denizli oyundan prekazi’yi çıkarırdı. ulan tanju’yla mirsad’a ortayı kim yapacak peki? yabancı sınırı demeyin, mirsad’ın soyadı türk vatandaşlığna geçince güneş olmuştu.
şimdi yine, yeniden abdullah avcı mevzusu çıktı. adamı yerler hocam. kurtlar sofrası orası, fatih terim dayanamadı gitti. hiç bana hükümet bağlantısı falan demeyin, fatih hoca kadar başbakanla muhabbeti olan başka adam gösteremezsiniz. başbakana ara pası atıp gol attıran adamdır fatih hoca. abdullah avcı’ya da yazık olur. ama yok, ille de örovizyona bu sene de yüksek sadakat gitsin gibi düşünüp abdullah avcı diyorsanız orasını bilemem. yalnız unutmayın, bu ülkede kim örovizyona gittiyse bir daha ortalıkta gözükmedi. aman dikkat.
üçüncü a4 sayfamıza girerken konuyu milli takım taraftarlığına getireceğim elbette. dertliyim çünkü.
milli maçların heyecanı kalmadığı görülüyor. çok sayıda twit okudum bugün taraftarı olduğu takımın maçı kadar heyecanlanmadığını söyleyen. olabilir elbette, ama sayı çok fazla. tanıdıklarımı unfollowla tehdit bile ettim ama işe yaramadı. bu çok ciddi bir sorun. bizim milli takım taraftarımız yok. kadıköydeki maça fenerliler, inönü’ye beşiktaşlılar, asy arenaya galatasaraylılar gidiyor. olabilir, ayak alışkanlığıdır. iyi de, stada göre futbolcuya verilen tepki nasıl farklılaşır, anlamıyorum bir türlü.
hanımlar, beyler bana zamanın ruhundan bahsetmeyin. özal görmüş bir vatandaşım ben, bu ülkenin yapısının ne kadar hızlı değiştiğinin canlı tanıklarından biriyim, kitaplardan okuyup öğrenmedim. ama o zaman ki ahlaki erozyon bile milli takımı seyircisiz bırakmamıştı yahu.
bence bu sorunun en büyük sebebi; içerideki rekabet o kadar büyük hale geldi ki, gözler başka şey görmez oldu. adam tuttuğu takım topçusuna sahip çıkıypr, diğerlerini yerden yere vuruyor. bir saçma sidik yarışıdır gidiyor. çok saçma değil mi? futbolla, futbolcunun oynadığı oyunla falan kimsenin ilgisi yok. herkes diğer takımın topçusuna bok atmak için izler olmuş milli maçları. fenerlinin ödü kopuyor galatasaraylı gol atacak diye, galatasaraylı titriyor gol pasını fenerli verecek diye. bu gece her ikisinin de korktuğu başına geldi. ortayı gökhan gönül kesti, golü hakan balta attı. sağ bek kesti, sol bek golü attı. artık bu da kapak olmadıysa, nasıl bir kapak bekliyorsunuz acaba?
twitter süper icat. nabzı tutabiliyorsun twitterda. adamlar bir bellemiş sabri vs gökhan gönül. biri hata yapıyor kimisi twit yağdırıyor, diğerleri sessiz. iyi bir şey yapınca tersi. bu nedir arkadaş? maç boyu ortalarda gözükmeyen hamit altıntop’a bir şey diyen yok. neden? bize ne lan, real madrid’de oynuyor.
bu işler böyleyken, adam tuttuğu takımın formasıyla milli maça gider tabii. bir de şu var, milli formanın orijinali kaç para haberiniz var mı?
valla buraya kadar okuyana helal olsun. galatasarayın içerdeki ilk maçından önce nevizadeye gelsin bira ısmarlıycam kendisine. yazıdan soru sorarım ha:)
**