205
marsilya’ya ilk gidişimde şehrin futbolu nasıl sahiplendiğini görünce şaşırmamıştım ama yine de insanı içine çeken bir havası var. şehir sert, rüzgar sert, insanlar sert… ama hepsinin altında sıcak bir akdeniz damarının attığı belli. bu karışım zaten marsilya futbolunun kodlarını açıklıyor.
velodrome’a yürürken her köşede om’ye dair bir iz görüyorsun. bir bina duvarındaki eski bir grafiti, bir bakkalın camına asılmış solmuş bir forma, karşıdan geçen bir adamın sinirli ama gururlu “allez l’om” mırıldanışı… marsilya takımı o şehrin insanı gibi: gururlu, inatçı, bazen kontrolsüz ama her zaman duygulu.
takımın tarzı da şehre çok benziyor aslında. tempolu, agresif, bazen planlı gibi görünür ama çoğu zaman tamamen içgüdüyle oynayan bir yapıları var. marsilya’da kimse senden kusursuz futbol beklemiyor; savaşmanı, terini damlatmanı ve o formanın ağırlığını hissetmeni bekliyor. taraftar için mesele her zaman teknik değil, karakter. bir oyuncu 10’da 10 pas atsa ama ruhsuz görünse affetmezler; ama başka biri koşar, pres yapar, gereksiz sinirlenir, kendini parçalar… işte onlar için gerçek marsilyalı odur.
benim amatör edebi tarzımla söyleyeyim: om, şehrin kalbi gibi atıyor ama ritmi hep düzensiz. bazen hızlı çarpıyor, bazen tökezliyor ama asla durmuyor. velodrome’un içindeki uğultu da tam bu yüzden bu kadar güçlü; o ses sadece tribünlerden değil, şehrin içinden geliyor.
marsilya’yı ve takımını birlikte düşündüğün zaman, futbolun neden burada bir spor değil de bir karakter meselesi olduğunu daha iyi anlıyorsun. om sadece sahada oynanan bir oyun değil; şehrin insanının öfkesini, neşesini, inadını ve gururunu taşıyan bir forma aslında.
velodrome’a yürürken her köşede om’ye dair bir iz görüyorsun. bir bina duvarındaki eski bir grafiti, bir bakkalın camına asılmış solmuş bir forma, karşıdan geçen bir adamın sinirli ama gururlu “allez l’om” mırıldanışı… marsilya takımı o şehrin insanı gibi: gururlu, inatçı, bazen kontrolsüz ama her zaman duygulu.
takımın tarzı da şehre çok benziyor aslında. tempolu, agresif, bazen planlı gibi görünür ama çoğu zaman tamamen içgüdüyle oynayan bir yapıları var. marsilya’da kimse senden kusursuz futbol beklemiyor; savaşmanı, terini damlatmanı ve o formanın ağırlığını hissetmeni bekliyor. taraftar için mesele her zaman teknik değil, karakter. bir oyuncu 10’da 10 pas atsa ama ruhsuz görünse affetmezler; ama başka biri koşar, pres yapar, gereksiz sinirlenir, kendini parçalar… işte onlar için gerçek marsilyalı odur.
benim amatör edebi tarzımla söyleyeyim: om, şehrin kalbi gibi atıyor ama ritmi hep düzensiz. bazen hızlı çarpıyor, bazen tökezliyor ama asla durmuyor. velodrome’un içindeki uğultu da tam bu yüzden bu kadar güçlü; o ses sadece tribünlerden değil, şehrin içinden geliyor.
marsilya’yı ve takımını birlikte düşündüğün zaman, futbolun neden burada bir spor değil de bir karakter meselesi olduğunu daha iyi anlıyorsun. om sadece sahada oynanan bir oyun değil; şehrin insanının öfkesini, neşesini, inadını ve gururunu taşıyan bir forma aslında.

