345
o zaman yedi yaşımı bile doldurmamıştım. ama 1-4'lük mallorca maçında golleri kimin atacağını tahmin edebilecek, galatasaray'ın sistemini kavrayabilecek kadar futbolu biliyordum. 57 ekran tüplü televizyonumuzun bozulup, yerini 37 ekran, hafif karlı bir görüntüye bıraktığı o akşam, heyecanlıydım. hafif dobi ve abur cubura düşkün olduğumdan, önüme sıra sıra cipsler ve çerezler dizilmişti. kupayı alacağımızı zaten biliyordum, çünkü çocuktum ben. galatasaray, bana inandırmıştı her şeyi başarabileceğini. arsenal'ın ne kadar büyük bir kulüp olduğunu o kadar da idrak edemiyordum haliyle, ama inanıyordum, fatih terim inandırmıştı. futbolcular inandırmıştı. evde olamamasına rağmen babam, çünkü boşandıkları için evde olan tek ebeveyn olan annem inandırmıştı. sanırım, babamın şu hayatta bana en büyük iyiliği, beni doğuştan galatasaraylı yapmasıydı. zaten bütünleşmiştim galatasaray ile. popescu'nun penaltısından önce sevinçten ağlamaya başlamam, taffarel'in yürek yemiş olduğunu belli edercesine kurtardığı henry'nin kafa vuruşu sırasında çerezleri ve cips tabaklarını devirmem, tamamen 'sevda'dandı. ben de sevindim, ama annemin deli gibi çığlıklar atmasını, beşiktaşlı olan dayımın ağlayıp, kutlama için yine beşiktaşlı olan eniştemle beraber tura çıkmasını, insanların dışarıda silah patlatmasını, hatta makineli tüfekle havaya sıkmasını anlayamıyordum. ama seviniyordum. ne zaman 17 mayıs 2000 aklıma gelse, hep derim; keşke en az 14 yaşında olsaydım..