102
1990’ların başlarında doğan biri olarak 2002'de luce reyiz* ile gelen şampiyonluğu o zamanlar daha çocuk olduğum için yarım yamalak hatırlıyorum, ama bu günün kritik saatlerini, maç öncesi ve maç sonrasını dahi adım gibi biliyorum.* *şimdi 2006’daki şampiyonluğun da herkesten farklı olarak bende ayrı da bir anlamı var. nedir o derseniz, bu şampiyonluk tüm camia için olduğu kadar, ertesi günü doğum günü olacak bana da hediye olarak gelecekti.*
dediğim gibi o şampiyonluk fasulyeden sayıldığı için 2002'den 2006 mayıs'ına kadar yalnızca bir kupa* görmüş biri olarak bu şampiyonluk benim ilk adam akıllı göreceğim şampiyonluk olacaktı.
14 yaşımı doldurmaya bir kala, hem lise giriş sınavının* stresi, hem de o sezonki dişe diş, kana kan geçen o sezonun baskısı beni yıpratmış, hayatımın belki de ilk sıkıntılı zamanlarından birisi olarak hatırladığım dönem. * nisan mayıs aylarına doğru iyice salmışım, deneme sınavlarından bombok puanlar geliyor, ama umursamazca tavırlarım ile ailemi de çileden çıkartıyorum. * * öyle çok varlıklı bir aileden gelmiyorum ama çok şükür hiçbir zaman aç veya açıkta da kalmadık. fakat nedense gelecek korkusu hiç yoktu bende amk. neyime güveniyorsam?
o sezon erik gerets yönetimindeki galatasaray, belçikalı teknik adam ile benim şu ana kadarki hatırladığım en ofansif kadroyu çıkartabilen, hücum gücü korkunç seviyelere ulaşabilen bir kadroya sahipti. kayserispor maçı öncesi, spor haberlerinde adnan polat'ın meşhur '20.45'te şampiyonuz' iddiası üzerine takımın durumunu az çok tahmin etmeye çalışıyorum. hatta maç pazar günü oynandı, bu açıklamaları ben o hafta cumartesi günü görmüştüm.
o aralar yaptığım ve çok da verim aldığım iki totemimden biri şuydu; maç öncesi galatasaray ve fenerbahçe'nin o haftaki rakiplerinin demeçleri. takip ettiğim kadarı ile galatasaray ve fenerbahçe'nin o hafta hangi rakibi varsa ve hangisi 'bizi galatasaray/fenerbahçe bağlamaz, biz 3 puan için oynayacağız' derse patatese dönüyordu.
34. haftayı da yine derslerden sınavlardan elimi eteğini çekmiş bir şekilde bekliyorum. şampiyon olur muyuz olmaz mıyız, kayserispor'u yenebilir miyiz, fenerbahçe puan kaybeder mi diye kafamda hepsi istisnasız futbolla alakalı ve içlerinde bir tane bile oks ile ilgili olmayan şeylerle kafamı doldurmuşum. hafta sonu nihayet geliyor, o zamanlar da tabi ntvspor, trtspor gibi spor üzerine yayınlar yapan kanallar da olmadığı için haber sitelerinin spor saatlerini bekliyorum. bakalım denizlispor ve kayserispor yöneticileri ne diyecekler, ya da bir şey diyecekler mi?
sonunda cumartesi akşamı adnan polat'ın o meşhur 20.45 açıklamasını da duyduğum, ntv'deki spor bültenini seyrediyorum. haber başladı, işte klasik şampiyonluk heyecanı son haftaya sarktı temalı haberler başladı. başta bizle başladılar, adnan polat'ın demeçlerini gösterdiler. iddialı bir açıklama bekliyordum da, bu kadar özgüven içeren bir şey zannediyorum sizler de beklemiyordunuz. şaşkınlık ve kendine güvenle karışık duygular içerisinde izledim. hemen ardından kayserispor'un ya başkanı, ya da bir yöneticisi 'bizi galatasaray'ın durumu ilgilendirmiyor, biz kendi işimizi yapıp sahadan üç puanla ayrılarak galibiyet ile ligi tamamlamak istiyoruz' demişti. tamam dedim, kayseri maçı bizim, sıkıntı yok.
ardından fenerbahçe ile ilgili haberler başladı. nicolas anelka, marcio nobre, alex de souza, stephen appiah, tuncay şanlı vs. hepsinin görüşleri aktarılıyor, aziz yıldırım ve christoph daum'un üst üste üçüncü şampiyonluğa olan fikirleri soruluyordu. ne yalan söyleyeyim, o dönem bir ara fenerbahçe'nin denizli'yi paramparça edeceğini düşünmeye başlamıştım. bu fikirlerimin oluşmasında fenerbahçe'nin iyi bir takım olması kadar, denizlispor'da eski bir fenerbahçeli yusuf şimşek'in de olması etkiliydi. kendi kendime kuruntu yapmaya başladım, yusuf bir kıyak geçer de fenerbahçe maçı alır diye. fakat dikkat ettim, o gün o bültende ve diğer bütün bültenlerde denizlispor hiçbir açıklama yapmıyordu. hâlbuki ligde kalmak için puana ihtiyacı olan, bu maçta puana kayserispor'dan daha fazla puan almak için bastırması gereken denizlispor'du. zira kayserispor’un durumu oldukça iyiydi ve ligi de avrupa kupalarına katılacak şekilde bitirmişlerdi. ertuğrul sağlam’ın yeni yeni adını duyurmaya başladığı dönemlere denk geliyor bu zamanlar. şampiyonluktan ilk o zaman kıllandım, denizlispor’dan herhangi bir yönetici bir açıklama yapmamıştı çünkü. ya da bana denk gelmedi.
maç günü başlangıç düdüğüne yarım saat kala babamla o sezonun 4-2 biten çaykur rizespor maçında müdavimi olduğumuz çay ocağında yerlerimizi aldık. lig tv'nin iki ayrı kanalında iki maç veriliyordu. çay ocağı dediğim yer çok ufak bir yer, oraya mahallenin sevdiğimiz bir abisi, evindeki lig tv'yi, oradaki ortam uğruna çıkartıp bizlerle izlemek için getiriyordu sağolsun. hatta 2010'a kadar da düzenli olarak her sene getirdi, taa ki o kahve el değiştirip eczane oluncaya kadar. allah razı olsun turgut abi, o kahvede iki güzel şampiyonluğu seninle ve senin getirdiğin lig tv ile beraber seyrettik.
kahvehanenin ekseriyeti galatasaraylıydı, fakat biz ne hikmetse 14 mayıs 2006 denizlispor fenerbahçe maçı izlemeye başladık. hatta ben biraz mırın kırın ettim, galatasaray maçı varken niye fener maçı seyrediyoruz diye. sonrasında tabi zaten ben de ortama uyum sağladım.
maç öncesi denizli stadı’nda taraftarlar elbette takımı küme düşmesin diye desteğini esirgememiş. maç öncesi ve esnasında malum konfetiler atılmaya başlandı, ki bu konfetiler yüzünden o meşhur 16 dakika uzatma verilmişti.
tabi maçın normal süresinin son 2-3 dakikasına kadar gol olmadığı ve ali sami yen stadı’ndan da arka arkaya üç tane gol haberi aldığımız için birer ikişer dakikalığına da olsa golleri izlemek amacıyla diğer kanala dönüyorduk. sasa ilic ve zaten o şampiyonluğun en büyük alametlerinden biri olan sabri sarıoğlu’nun attığı iki enfes golle kafamızda galatasaray’ın bu maçı kazandığını ve pusuya yattığını anladığımız için üçüncü golden sonra da bir daha galatasaray maçının olduğu kanala da dönmedik. taa ki fenerbahçe maçının bitiş düdüğünden sonrasına kadar.
maçın başından beri yüklenen fenerbahçe, ikinci yarıda gol atamadığı her dakika sonrası bu baskıyı iyice artırıyor, gol ha geldi, ha gelecek cinsinden anlar yaşatıyordu bizlere. fakat ne olduysa işte savunmanın arkasına hareketlenen mustafa keçeli, ceza sahası sol çaprazından ceza sahasına girer girmez sol ayağıynan* yapıştırdı ve beni kendimden geçirdi.
tabi aynı anda ekranın sağ alt köşesinde galatasaray maçının da ne seyirde gittiğini görmemiz için ufak bir ekran çıktı. hasan şaş, hakan şükür, emre aşık, faryd mondragon ve diğer aslanlar artık maçı bırakmış, gol haberinden sonra çılgına dönmüşlerdi. zaten az çok anlayabiliyorum, benim de durumum pek farklı değildi. masanın üzerine çıkmıştım amk.*
bi 40-50 saniye golün sevincini yaşadık, fakat sonra aklımız başımıza dank etti. ulan fenerbahçe bu, bırakır mı? tabi çok geçmeden kanser dakikaları başladı ve tuncay ‘the hindi baba’ şanlı 1-1 yaptı kafa vuruşuyla. eyyyvah dedik, şimdi boku yedik. ulan ne güzel de karambole bulmuştunuz golü, nasıl yediniz amk? tabi yanılmıyorsam 90+6, 90+7’lerde gelmişti beraberlik golü ve 16 dakikalık uzatma veren hakeme tüm kahvehanedekiler tek bir ağızdan hakeme sövüyorduk. ben bile normalde çok küfür eden bir insan değilim, ama o çocuk yaşımda bile babamın yanında haldur huldur girmiştim hakeme.*
ileri şişirilen her topta, fenerbahçenin ceza sahasına çektiği her şutta, içeri ceza sahasına girilmeye teşebbüs edilen her hücum girişiminde tansiyonum düşüyor, olumsuz sonuçlanan her atak sonrası kısa süreliğine de olsa normal hayata dönüyordum. ama appiah’ın bir kafa şutu var ki direkten dönen, inanın içeri doğru sıçmak ne demekmiş ilk o zaman fark ettim nasıl bir duygu olduğunu. resmen slow motion gitti orada top ve bereket direkten döndü. sonrasında top uzaklaştırılınca ohh’lar, ahh’lar, vah’lar, laan sabredin dayanın’lar ve bilimum rahatlama tepkisi geldi her birimizden. hatta yanılmıyorsam turgut abi, ‘allah’ım sana geliyorum’ diye bir tepki verdi ki, adam hafiften fenalaşmıştı. tabi maçın stresinden anlayamadık ne olduğunu, adama maç bitince abi iyi misin diye sorabildik anca.* meğerse gömlek yaka bağır açmış kan ter içinde kalmış adam. aslında aşağı yukarı hepimiz öyle bir moda girmiştik ki, fenerbahçe ikinci golü atmadan maç bitmeyecek gibi hissetmeye başlamıştık, yani belki de birden fazla kişi fenalaşmıştır.*
o 16 dakika geçmek bilmedi bir türlü. ellerim titriyor, terliyorum, şekilden şekile giriyorum. artık iyice zıvanadan çıkmıştım, o aralar da tabi şu sinerji işini yeni görmüş olsam gerek, ‘her şey lehimize, bu maç berabere bitecek, hiçbir şey olmayacak’ diye olumlu bir hava yaratmaya çalışıyorum içimden. belli bir müddetten sonra da artık her atak sonrası fatiha’lar, kureyş’ler falan sıralıyorum birbiri ardına. fakat bir tek ben öyle değilim, babam mesela ağzına götürmüş elini sigarasını içiyor, bir taraftan da yapılan her top kaybı sonrası bağırıyor çağırıyor. diğerleri ellerinin başında seyrediyor falan. ulan o uzatmaları beklerken videosunu çekebilseydik birbirimizin veya bırak videoyu, o halimizin bir anlık snapshot’unu falan alsak inanın tek kare yeter bu uzun uzadıya anlattığım şeyleri açıklamaya.
appiah’ın kafa vuruşu zannedersem +10’un sonrasında gelmişti ve pek de bir şey kalmamıştı. en sonunda da hakem maçı bitirdi ben masaya gömüldüm. ayağa kalkıp sokakta şampiyonluğu kutlamaya çıkacağız, ama ayaklarım basmıyor amk. bi su falan içtim, sonra etrafıma bi baktım ulan herkes aşağı yukarı benim gibi. sanki biri kahveyi basmış topuklarımıza sıkmış.*
bu kadar. ha tabi bu kadar değil, inanın ertesi günü okula gittiğimdeki ruh halim, 15 mayıs 2006 gününün bütün gazetelerini toplayıp şampiyonluk ile ilgili yazıları okumam, okulda hocalarla maçın ve sezonun kritiğini yapmamız, sahip olduğum ilk orijinal parçalı formayı babamın bana güç bela parayı denkleştirip 1-2 hafta içinde alması falan onlar da hatırımda.
ulan şimdi bile yazarken heyecanlandım lan. bayağı uzun bir yazı oldu, sürç-i lisan ettiysem affola.
not1: şu an hasan şaş’tan nefret ediyorum, ama hakikaten allah’ın adaleti bu.
not2: lise giriş sınavında bir bok yapamadım.
dediğim gibi o şampiyonluk fasulyeden sayıldığı için 2002'den 2006 mayıs'ına kadar yalnızca bir kupa* görmüş biri olarak bu şampiyonluk benim ilk adam akıllı göreceğim şampiyonluk olacaktı.
14 yaşımı doldurmaya bir kala, hem lise giriş sınavının* stresi, hem de o sezonki dişe diş, kana kan geçen o sezonun baskısı beni yıpratmış, hayatımın belki de ilk sıkıntılı zamanlarından birisi olarak hatırladığım dönem. * nisan mayıs aylarına doğru iyice salmışım, deneme sınavlarından bombok puanlar geliyor, ama umursamazca tavırlarım ile ailemi de çileden çıkartıyorum. * * öyle çok varlıklı bir aileden gelmiyorum ama çok şükür hiçbir zaman aç veya açıkta da kalmadık. fakat nedense gelecek korkusu hiç yoktu bende amk. neyime güveniyorsam?
o sezon erik gerets yönetimindeki galatasaray, belçikalı teknik adam ile benim şu ana kadarki hatırladığım en ofansif kadroyu çıkartabilen, hücum gücü korkunç seviyelere ulaşabilen bir kadroya sahipti. kayserispor maçı öncesi, spor haberlerinde adnan polat'ın meşhur '20.45'te şampiyonuz' iddiası üzerine takımın durumunu az çok tahmin etmeye çalışıyorum. hatta maç pazar günü oynandı, bu açıklamaları ben o hafta cumartesi günü görmüştüm.
o aralar yaptığım ve çok da verim aldığım iki totemimden biri şuydu; maç öncesi galatasaray ve fenerbahçe'nin o haftaki rakiplerinin demeçleri. takip ettiğim kadarı ile galatasaray ve fenerbahçe'nin o hafta hangi rakibi varsa ve hangisi 'bizi galatasaray/fenerbahçe bağlamaz, biz 3 puan için oynayacağız' derse patatese dönüyordu.
34. haftayı da yine derslerden sınavlardan elimi eteğini çekmiş bir şekilde bekliyorum. şampiyon olur muyuz olmaz mıyız, kayserispor'u yenebilir miyiz, fenerbahçe puan kaybeder mi diye kafamda hepsi istisnasız futbolla alakalı ve içlerinde bir tane bile oks ile ilgili olmayan şeylerle kafamı doldurmuşum. hafta sonu nihayet geliyor, o zamanlar da tabi ntvspor, trtspor gibi spor üzerine yayınlar yapan kanallar da olmadığı için haber sitelerinin spor saatlerini bekliyorum. bakalım denizlispor ve kayserispor yöneticileri ne diyecekler, ya da bir şey diyecekler mi?
sonunda cumartesi akşamı adnan polat'ın o meşhur 20.45 açıklamasını da duyduğum, ntv'deki spor bültenini seyrediyorum. haber başladı, işte klasik şampiyonluk heyecanı son haftaya sarktı temalı haberler başladı. başta bizle başladılar, adnan polat'ın demeçlerini gösterdiler. iddialı bir açıklama bekliyordum da, bu kadar özgüven içeren bir şey zannediyorum sizler de beklemiyordunuz. şaşkınlık ve kendine güvenle karışık duygular içerisinde izledim. hemen ardından kayserispor'un ya başkanı, ya da bir yöneticisi 'bizi galatasaray'ın durumu ilgilendirmiyor, biz kendi işimizi yapıp sahadan üç puanla ayrılarak galibiyet ile ligi tamamlamak istiyoruz' demişti. tamam dedim, kayseri maçı bizim, sıkıntı yok.
ardından fenerbahçe ile ilgili haberler başladı. nicolas anelka, marcio nobre, alex de souza, stephen appiah, tuncay şanlı vs. hepsinin görüşleri aktarılıyor, aziz yıldırım ve christoph daum'un üst üste üçüncü şampiyonluğa olan fikirleri soruluyordu. ne yalan söyleyeyim, o dönem bir ara fenerbahçe'nin denizli'yi paramparça edeceğini düşünmeye başlamıştım. bu fikirlerimin oluşmasında fenerbahçe'nin iyi bir takım olması kadar, denizlispor'da eski bir fenerbahçeli yusuf şimşek'in de olması etkiliydi. kendi kendime kuruntu yapmaya başladım, yusuf bir kıyak geçer de fenerbahçe maçı alır diye. fakat dikkat ettim, o gün o bültende ve diğer bütün bültenlerde denizlispor hiçbir açıklama yapmıyordu. hâlbuki ligde kalmak için puana ihtiyacı olan, bu maçta puana kayserispor'dan daha fazla puan almak için bastırması gereken denizlispor'du. zira kayserispor’un durumu oldukça iyiydi ve ligi de avrupa kupalarına katılacak şekilde bitirmişlerdi. ertuğrul sağlam’ın yeni yeni adını duyurmaya başladığı dönemlere denk geliyor bu zamanlar. şampiyonluktan ilk o zaman kıllandım, denizlispor’dan herhangi bir yönetici bir açıklama yapmamıştı çünkü. ya da bana denk gelmedi.
maç günü başlangıç düdüğüne yarım saat kala babamla o sezonun 4-2 biten çaykur rizespor maçında müdavimi olduğumuz çay ocağında yerlerimizi aldık. lig tv'nin iki ayrı kanalında iki maç veriliyordu. çay ocağı dediğim yer çok ufak bir yer, oraya mahallenin sevdiğimiz bir abisi, evindeki lig tv'yi, oradaki ortam uğruna çıkartıp bizlerle izlemek için getiriyordu sağolsun. hatta 2010'a kadar da düzenli olarak her sene getirdi, taa ki o kahve el değiştirip eczane oluncaya kadar. allah razı olsun turgut abi, o kahvede iki güzel şampiyonluğu seninle ve senin getirdiğin lig tv ile beraber seyrettik.
kahvehanenin ekseriyeti galatasaraylıydı, fakat biz ne hikmetse 14 mayıs 2006 denizlispor fenerbahçe maçı izlemeye başladık. hatta ben biraz mırın kırın ettim, galatasaray maçı varken niye fener maçı seyrediyoruz diye. sonrasında tabi zaten ben de ortama uyum sağladım.
maç öncesi denizli stadı’nda taraftarlar elbette takımı küme düşmesin diye desteğini esirgememiş. maç öncesi ve esnasında malum konfetiler atılmaya başlandı, ki bu konfetiler yüzünden o meşhur 16 dakika uzatma verilmişti.
tabi maçın normal süresinin son 2-3 dakikasına kadar gol olmadığı ve ali sami yen stadı’ndan da arka arkaya üç tane gol haberi aldığımız için birer ikişer dakikalığına da olsa golleri izlemek amacıyla diğer kanala dönüyorduk. sasa ilic ve zaten o şampiyonluğun en büyük alametlerinden biri olan sabri sarıoğlu’nun attığı iki enfes golle kafamızda galatasaray’ın bu maçı kazandığını ve pusuya yattığını anladığımız için üçüncü golden sonra da bir daha galatasaray maçının olduğu kanala da dönmedik. taa ki fenerbahçe maçının bitiş düdüğünden sonrasına kadar.
maçın başından beri yüklenen fenerbahçe, ikinci yarıda gol atamadığı her dakika sonrası bu baskıyı iyice artırıyor, gol ha geldi, ha gelecek cinsinden anlar yaşatıyordu bizlere. fakat ne olduysa işte savunmanın arkasına hareketlenen mustafa keçeli, ceza sahası sol çaprazından ceza sahasına girer girmez sol ayağıynan* yapıştırdı ve beni kendimden geçirdi.
tabi aynı anda ekranın sağ alt köşesinde galatasaray maçının da ne seyirde gittiğini görmemiz için ufak bir ekran çıktı. hasan şaş, hakan şükür, emre aşık, faryd mondragon ve diğer aslanlar artık maçı bırakmış, gol haberinden sonra çılgına dönmüşlerdi. zaten az çok anlayabiliyorum, benim de durumum pek farklı değildi. masanın üzerine çıkmıştım amk.*
bi 40-50 saniye golün sevincini yaşadık, fakat sonra aklımız başımıza dank etti. ulan fenerbahçe bu, bırakır mı? tabi çok geçmeden kanser dakikaları başladı ve tuncay ‘the hindi baba’ şanlı 1-1 yaptı kafa vuruşuyla. eyyyvah dedik, şimdi boku yedik. ulan ne güzel de karambole bulmuştunuz golü, nasıl yediniz amk? tabi yanılmıyorsam 90+6, 90+7’lerde gelmişti beraberlik golü ve 16 dakikalık uzatma veren hakeme tüm kahvehanedekiler tek bir ağızdan hakeme sövüyorduk. ben bile normalde çok küfür eden bir insan değilim, ama o çocuk yaşımda bile babamın yanında haldur huldur girmiştim hakeme.*
ileri şişirilen her topta, fenerbahçenin ceza sahasına çektiği her şutta, içeri ceza sahasına girilmeye teşebbüs edilen her hücum girişiminde tansiyonum düşüyor, olumsuz sonuçlanan her atak sonrası kısa süreliğine de olsa normal hayata dönüyordum. ama appiah’ın bir kafa şutu var ki direkten dönen, inanın içeri doğru sıçmak ne demekmiş ilk o zaman fark ettim nasıl bir duygu olduğunu. resmen slow motion gitti orada top ve bereket direkten döndü. sonrasında top uzaklaştırılınca ohh’lar, ahh’lar, vah’lar, laan sabredin dayanın’lar ve bilimum rahatlama tepkisi geldi her birimizden. hatta yanılmıyorsam turgut abi, ‘allah’ım sana geliyorum’ diye bir tepki verdi ki, adam hafiften fenalaşmıştı. tabi maçın stresinden anlayamadık ne olduğunu, adama maç bitince abi iyi misin diye sorabildik anca.* meğerse gömlek yaka bağır açmış kan ter içinde kalmış adam. aslında aşağı yukarı hepimiz öyle bir moda girmiştik ki, fenerbahçe ikinci golü atmadan maç bitmeyecek gibi hissetmeye başlamıştık, yani belki de birden fazla kişi fenalaşmıştır.*
o 16 dakika geçmek bilmedi bir türlü. ellerim titriyor, terliyorum, şekilden şekile giriyorum. artık iyice zıvanadan çıkmıştım, o aralar da tabi şu sinerji işini yeni görmüş olsam gerek, ‘her şey lehimize, bu maç berabere bitecek, hiçbir şey olmayacak’ diye olumlu bir hava yaratmaya çalışıyorum içimden. belli bir müddetten sonra da artık her atak sonrası fatiha’lar, kureyş’ler falan sıralıyorum birbiri ardına. fakat bir tek ben öyle değilim, babam mesela ağzına götürmüş elini sigarasını içiyor, bir taraftan da yapılan her top kaybı sonrası bağırıyor çağırıyor. diğerleri ellerinin başında seyrediyor falan. ulan o uzatmaları beklerken videosunu çekebilseydik birbirimizin veya bırak videoyu, o halimizin bir anlık snapshot’unu falan alsak inanın tek kare yeter bu uzun uzadıya anlattığım şeyleri açıklamaya.
appiah’ın kafa vuruşu zannedersem +10’un sonrasında gelmişti ve pek de bir şey kalmamıştı. en sonunda da hakem maçı bitirdi ben masaya gömüldüm. ayağa kalkıp sokakta şampiyonluğu kutlamaya çıkacağız, ama ayaklarım basmıyor amk. bi su falan içtim, sonra etrafıma bi baktım ulan herkes aşağı yukarı benim gibi. sanki biri kahveyi basmış topuklarımıza sıkmış.*
bu kadar. ha tabi bu kadar değil, inanın ertesi günü okula gittiğimdeki ruh halim, 15 mayıs 2006 gününün bütün gazetelerini toplayıp şampiyonluk ile ilgili yazıları okumam, okulda hocalarla maçın ve sezonun kritiğini yapmamız, sahip olduğum ilk orijinal parçalı formayı babamın bana güç bela parayı denkleştirip 1-2 hafta içinde alması falan onlar da hatırımda.
ulan şimdi bile yazarken heyecanlandım lan. bayağı uzun bir yazı oldu, sürç-i lisan ettiysem affola.
not1: şu an hasan şaş’tan nefret ediyorum, ama hakikaten allah’ın adaleti bu.
not2: lise giriş sınavında bir bok yapamadım.