artık bir şeyler yazsak mı... kafa sakinleşti, yani sakinleşti dediğim;
21 mart 2010 trabzonspor galatasaray maçı'ndan beri geçen 3 hafta içindeki en alkolsüz halimdeyim şu an. bünyedeki keder katsayısına bakıldığında, nasıl olsa önümüzdeki günlerde bundan daha iyi olmayacağım gibi görünüyor; e hadi, hazır bünyede mevcut şartlar altında mümkün olan azami sükunet toplanmışken, aradan çıkaralım şu analizi.
geçtiğimiz hafta alınan mağlubiyetten dolayı, gerek salıp serbest bıraktığım sakallarımla, gerekse kan çanağı olmuş gözlerimle olsun, en betonarme, en duygu yoksunu insan evladının bile ciğerini dağlayacak bir manzaraya dönüştüğüm için; fenerbahçe maçının analizini boş geçtim. en aklı başında bildiklerimiz, en scout ruhlu yazarlarımız, en blogger anlatımına ve karizmasına sahip arkadaşlarımız, yaşından ya da "o karmayı değirmende yükseltmediğini bildiğimizden" mütevellit en çok saygı duyduğumuz yazarlar, ulan hatta sözlükteki kızlar bile maç başlığına girip "şöyle oyalım, böyle koyalım!" diye entry'leri ardı ardına dizmeye başladı maçtan önce. sözlüklerdeki nesil sorunsalına, bir süre sonra kendi kendine çözümlendiğini bilecek kadar aşinayım. tamam; bir süre sözlükten iğrenmeme neden ve bir şey yazamamamda pay sahibi oldu ama fazla da kafaya takmadım. çünkü biliyorum, gelir geçer...
beni asıl yaralayan; önceki ve sonraki nesil arasında elle tutulur bir fark görememek oldu. maç öncesi kendimizce durumu değerlendirirken, o vıcık vıcık holiganizm kütlesinin içinden, adam gibi fikirlerimizi paylaşabileceğimiz 1-2 entry'yi güç bela ayıkladık. maçtan sonra da, ne hikmetse daha önceden inin cinin top oynadığı, futolcuların teknik kapasitesi ve frank rijkaard'ın taktik bilgisinin tartışıldığı başlıklar pek bir rağbet gördü. bunu bana yapma sözlük...
söylesem sana, söylemesem bana dert idi, söyledim, kurtuldum...
-----
kadro cebimize yollandı gsmobile tarafından, şaşırdık. sürekli söyleyip durduğumuz orta saha direnci konusu teknik heyetin de dikkatini çekmişti belli ki. ileri üçlüde ayhan akman'ın ne aradığı sorulabilirdi, ama ayhan pek utandırmadı. orta saha üçlüsünde mehmet topal, barış özbek, mustafa sarp'tan en az ikisi sahada olacaktı zaten; ama elano neredeydi?
barış yine koştu, yoruldu; elle tutulur bir atak kesmişliği yok. ama öyle doğru yere koşup, savunmayı yanıltıp, o düzgün vuruşla topu ağlara gönderebilmesine rağmen; hala takıma zaman kazandıracak bir tane doğru pas yapamaması hakikaten çok tuhaf. barış'ı kanat oyuncusu olarak değerlendirsen; diyorsun ki potansiyeli varmış, ama yanlış kullanılmış, zamanında üzerine gidilmemiş. ön libero olarak değerlendirsen; bu sefer de hücumdan devşirme gibi görünüyor. tamam, fizik olarak yeterli olan adamı almanya'da da, hollanda'da da çekerler defansa ve o defansif disiplini edindirmekten vakit kalırsa, hücum yönüne odaklanırlar. ama o disiplini edinmek de (yetenek değil) çalışma ister. sadece yorulmadan koşabiliyor olmak kimseyi iyi bir defansif orta saha yapmaz, zamanlama denen şeyi öğrenmek gerekir. barış, sanki alt yapıda defansif orta saha ile ilgili displin daha tam kazandırılmadan, yarım yamalak hücum yönü geliştirilmeye çalışılmış gibi...
mehmet topal'ı ilk yarıda çok beğendim, biliyorum ki en fazla 1-2 maç sürer. iyi haber; belki piyasası artar biraz ve satılır. sivasspor'un ilk yarıdaki ve ikinci yarıdaki futbolu, kalite olarak zerrece fark göstermese de, format olarak tamamen zıt idi. herifler mehmet yıldız'a top şişirerek koca 3 sezonu yediler yahu. neyse; sivas'ın orta sahada top sürmeye çalıştığı ilk yarı boyunca mehmet geçit vermedi. ama ikinci yarıda da böyle oynayacak gücü kalmadığını fark eden sivas, daha az kuvvet isteyen "ileriye top şişirme" taktiğine geçti. bu sefer gücünü harcamaya başlayan taraf da biz olduk. karambolde güç bela topu al, gelişigüzel uzaklaştır, ileriye şişirdiğin top direk orta yuvarlakta bomboş bekleyen rakibe gitsin, yarım saat kovala, topu alama, hadi bi daha şişirdiler, yine uzaklaştır... bu esnada orta saha iyi pres yapan bir ön liberoyu aradı işte. karambolde top bizim stoperimizde kaldığı zaman pas verilebilecek, müsait bir pozisyonda olan; o da olmadıysa, ileriye şişirilen top orta sahada bekleyen rakipte kaldığında, rakibi rahatsız edecek "gerçek" pres yapan bir ön libero, bu maçın kaderini değiştirebilirdi. ne "değiştirebilirdi" si, farklı alırdık... ondan sonra "oyunu bir türlü domine edemiyoruz!!1!" muhabbeti; edemezsin koçum, edemezsin yavrum, edemezsin sümbülüm... bu ön libero olmayınca, ceza sahasına yollanan topların ardı arkası kesilmedi ve kaçınılmaz olarak stres oluştu takımda. son dakika fobimiz artık kronik; hayırlı olsun!
e peki, iyi-kötü bizim kontrolümüzde olan ilk yarı? rijkaard'ın canına tak mı demiş artık nedir, herhalde kadro kurulurken içinden "dili fazla uzadı bu i*nelerin, frank rijkaard'ım ulan ben; öyle düz bi kadroya çatır çatır total futbol oynatacam ki bu hafta, maç sonu secde edecekler!" dedi galiba. allahı var, 2 haftadır yapamadığımız kadar da pas yaptık. sivasspor deyip geçme, teknik olarak vasatın altında olunca takım; fizik ve pres üst düzey oluyor bu sefer. bu takıma karşı top çevirmek, trabzonspor ya da fenerbahçe'ye karşı top çevirmekten daha zor. ilk golü attıktan sonra, kasımpaşa maçında olduğu gibi işi şova döküp, kolayca golle sonuçlanabilecek pozisyonlarda hep daha zor olanı deneyip, 2. golü geciktirdi galatasaray'ın teknik kısmı. gio, keita, jo, arda... bunu yapıyorlar son zamanlarda.
peki 30. dakika veya civarında, açıkça aksadığı ve oyunun ne hücum ne de savunma yönüne katkı yapamadığı belli olan mustafa sarp'ın yerine elano oyuna giremez miydi? bak daha önce yabancı kontenjanını hesaba katmadan mal gibi "ne alıyon oyundan elano'yu hep?!" diye bir kereliğine abuk subuk bir yorum yapmıştım; ama bu sefer kalede de aykut var? hadi basında yazılıp çizilenler doğru diyelim, elano'yu gözden çıkardığın falan; en azından emre çolak var kulübede. hiç yoktan iyidir; mustafa'nın sahadaki halinden kötü olamaz ya? bi de; mustafa deyip durduğuma bakma, barış'ı da alsan bir şey değişmezdi ama, gol atmış adamı oyundan çıkarırsan olayı bütün hafta kaşır bizim basın... yoksa barış, mustafa'dan iyi oynadığından falan değil. 30. dakika itibarı ile, biraz dikine pas verebilen bir orta saha oyuncusu ile ikinci golü bulmak çok çok daha kolay olurdu.
giovani dos santos ters çalım yapıp süratlenmeyi seven ve becerebilen bir kanat oyuncusudur, etkili olabilmek için boş alana ihtiyacı vardır. güç bela rakibin doldur boşalt'larını uzaklaştırmak için yarı sahamıza hapsolduğumuz bir maçta kimse bu çocuktan bir şey beklemesin. aynısı keita için de aşağı yukarı geçerli ama, keita fizik olarak daha üstün, hücum pres yapıyor, rakibi rahatsız edip zaman kaybettiriyor, bazen top bile çalıyor.
ulan şu maç alınsaydı, ki çok zor değildi, şampiyonluktan zerre şüphem yoktu. itiraf edeyim, umudum baya kırıldı. yine de ligi 4. bitireceğimizi sanmıyorum, 1 ya da 2 sıra yükseliriz büyük ihtimalle. ama bu durumun mantıklı bir açıklaması var; ligdeki takımlar panzehirimizi buldu. orta sahadaki pres gücümüzün azlığını bildiklerinden, güçlü ön libero + hücum pres ile oynuyorlar ve kazanmaları bana göre hiç de sürpriz olmuyor. şu an önümüzde yer alan takımlara bir bak:
fenerbahçe: yorulmayan bir emre belozoğlu var. bazen sonuç veren, bazen vermeyen ama ne olursa olsun presi kesmeyen selçuk şahin ve deniz barış var.
beşiktaş: fabian ernst ve michael fink var. fink pek bulunmaz hint kumaşı olmasa da, ernst ligdeki en iyi defansif orta saha oyuncusu. alternatif olarak da bir ekrem dağ var; o kadar çok koşuyor ki, mustafa denizli hangi pozisyonda olursa olsun, onu mutlaka sahaya sürüyor. o iki kişilik koştukça, takımın geri kalanı enerjisini daha idareli kullanabiliyor. ayrıca bu sene pek ortalarda görünmeyen uğur inceman da iyi bir futbolcu. beşiktaş sözleşmesini yenileyecekmiş; aslında bi erken davranabilsek de ibrahim toraman'la birlikte attırsak imzayı. nasıl olsa adam gibi forma şansı verdiği yok beşiktaş'ın. toraman da para konusunda arıza çıkarıyormuş...
edit: yok lan, ne para vericem uğur inceman'a; barış+para verip ceyhun gülselam, murat ceylan falan alırım...
bursaspor: kirita, hüseyin çimşir ve bekir ozan has; barış özbek, mehmet topal ve mustafa sarp'tan hangisi, bunların hangisinden daha iyi acaba?
ha, tamam şimdi, nedir? bu takımların da gayet tabi bize kıyasla zayıflıkları vardır, hatta diyebilirim ki; bize kıyasla üstün olan tek yanları ön liberolarıdır. ama işte onların hiç bir mevkisi, zayıf bile olsa "etkisiz eleman" değil. bizim "zayıf" bir ön libero mevkimiz olsa, zaten şimdiye şampiyonduk ama o da yok; "etkisiz eleman" ön liberolarımız var.
orta sahamız bu haldeyken, ilk yarıda iki gol yiyerek sivasspor'a mağlup olmak da beni şaşırtmazdı. insanı daha da dertlendiren; ilk golü atmayı başarmamıza rağmen, "bana" imkansız değilse bile zor görünen 3 puanın elimizden kayıp gitmesi. "koca galatasaray o hale mi düştü?!" deme, ön libero deyip geçme...