• 151
    2000-2001 sezonunda ilkokul 6. sınıftaydım, devlet okulunda okuyorum ve o aralar eğitim sisteminin de bugünkü gibi kafası karışık, bir çift saatli okul düzenine geçiliyor, bir tam gün oluyor, o sene de okul tam gün sistemine geçmiş, 9 gibi gidiyoruz, 3ten sonra çıkıyoruz, bom bok birşey, futbola ve mahalle takımına ayıracağım zamandan çalınıyor resmen, öğle yemeği molası diye birşey girmiş hayatımıza, annem, anneannem öğlen yemeğinde yiyecek bişeyler getiriyor ya da alıp beni bir yere götürüyor, 12 yaşında bir çocuğum ve bunlar hayatımda önemli yer tutuyor, bir de futbol ve galatasaray. öyle bir hayat döngüsünde çeyrek finale çıkıyoruz cl'de ve kura çekimi hafta içi öğlen, kura günü binbir bahane ile annemi yemek için gelmesinler diye ikna ettim, planı yapmıştım, yemek yemeyip kurayı mahalle kahvesinde izleyecektim.işte o sene ilk kez şampiyonlar liginde çeyrek final kurasında real madrid ile eşleştik, süper kupanın hemen ertesi, o anda çocuk aklımda oluşan algıyı tahmin etmek zor değil, madrid intikam için geliyor! içimde bir ses, sen de galatasaraysın diyor ama koca koca insanların da aynı korkuyu paylaştığını hatırlıyorum ve o ses çok kısık kalıyor. televizyonda izlemiştim maçı, ilk yarı 2-0 olunca kuradan beri kendimi hazırlamış olduğum psikolojinin de yardımıyla durumu normal kabul etmeye başlamıştım, ama neyse ki kabul etmeyenler vardı ve 2. yarı yaşadığım duygular, muhtemelen o yaşta bir çocuğun yaşayabileceği en yoğun duygulardandı.
  • 154
    rahmetli mehmet ali birand'ın snuduğu galatasaray'ın 100.yıla özel çıkardığı unutulmaz maçlar serisinden izlemiştim yanlış hatırlamıyorsam.her pazar sabahı kahvaltıdan sonra vcdye takıp izlerdim.ümit davala'nın çok rahat penaltı atışı.hasan şaş'ın kalenin ölü noktasına gönderdiği top ve jardel'in muazzam roket gibi kafası.çok güzeldi be çok güzeldi
  • 155
    bu maça gidelim diyen arkadaşıma boşver parayı yarı finale harcarız demiştim. nasıl gaza geldiysem artık.
    sonra sakarya'da bir kahvede arkadaşlarla maçı izlerken devre arasında "döner bu maç" deyip bütün ikinci yarıyı "ben demedim mi" modunda izlemiştim. 4. gol de sayılsaydı tadından yenmeyecekti. ne güzel günlermiş be, benzer günleri yine yaşarız umarım.
  • 156
    2000 yılı hayatımın en güzel yıllarından biriydi. atilla taş'ın emmilenyum albümü hariç her şey dört dörtlüktü. :) 2001'de ise oturduğum mahalleden taşınmış, yeni bir okula başlamış, ortama uyum sağlayamadığım için güzel günleri geride bıraktığımı düşünerek ufak çaplı bir bunalıma girmiştim. :)

    işte bu maç, o bunalımlı dönemime denk gelir. 2-0 yenik duruma düşünce "ulan, galatasaray bile kötü gidiyor bu ne biçim hayat" diyerek evden çıkıp, bakkala gitmiştim. bakkal radyodan maçı dinlerken, skorun 3-2 olduğunu öğrenmiştim. müthiş bir geceydi. ergen kalbimle yaşadığım depresyondan galatasaray çıkarmıştı. :) sağ ol galatasaray!
  • 158
    yeni acik üstteydim, jardel`in golünden sonra amcamin omzundan kapaliya dogru uctugumu hatirliyorum. * mübalaga yok, ali sami yen hic böyle delirmemisti.

    bileti, net hatirlamamakla birlikte 8-10 kati bir bedel ödeyerek, eskiler bilir katli otoparkin en üst katinda takilan bir karaborsacidan almistik. dark side a gectigimi hissetmistim resmen, karaborsacilarin karaborsaci oldugu zamanlar, öyle devir falan yok. *

    bu da böyle bir animdir sözlük, galatasaray ile yaslaniyoruz.

    (bkz: galatasaray ile yaslanmak)
  • 159
    izmirde bostanlının arka taraflarında bir kavhe/çay bahçesinde;

    annem-babam-bir aile dostumuz eşi ve oğulları yakın arkadaşım azizcan ile takip etmiştik.
    hey gidi hey.

    o zamanlar 14 yaşındayım, hayatımız galatasaray. gerçi şimdi de pek farklı değil.
    neyse, ilk yarı bitti annemlere dönüp nolur eve gidelim, 5 olacak bu maç dedim.

    96-00 yıllarındaki baskın futbola, avrupada gelen ayak seslerimize*** ve bir sene * ve 8 ay öncesindeki* avrupa kupası zaferlerimize rağmen, nedense ilk yarı bitince bizi çok pis düzecekler sanmıştım.
    yani düşünün, galatasaray'ın en pick zamanlarında bile -o an- inanılmaz umutsuzluğa kapılmıştım.

    işte o 3 nisan 2001 günü, ilk defa şunu öğrendim.

    galatasaray kendine inanmayanları göt etmeyi çok sever

    inanılmazdı.
    gerçekten hepimizin o günle ilgili bir çok anısı vardır.
    ama bana her sorulduğunda, her bu maçı andığımda göt oluşum gelir aklıma.

    güzel günlerdi vessalam.

    bu arada, biz aslında 2000-2001 sezonunda, 2.tur gruplarında bazı maçlarda saçma şekilde ikili averaj vermesek çeyrek değil, final oynamamız işten bile değildi..

    (bkz: 21 kasım 2000 milan galatasaray maçı/@jadoregalatasaray)

    hey gidi hey.

    sözün özü, bize optimist taraftar, pembe gözlük demeyin.
    cidden, galatasaray kendine inanmayanları göt etmeyi çok sever.
  • 160
    hayatımda canlı olarak izlediğim ve izleyeceğim en güzel maçtır.
    ahmet çakar gibi başlıyacağım.

    günlerden 3 nisan, klasik bir bahar günü.
    o zamanlar lisede okuyan toy bir delikanlıyım. omuzlarım top top, göğüslerim,sırtım görseniz hayvan gibi %7 lik bi yağ oranım var :) şaka lan şaka 50 kg’lık bir zarganayım jdojsojndounspjndo
    okuduğum liseden çıkıp, yürüyerek ali sami yen'e doğru yürüyorum. hesapta ortamı koklayıp, efendi efendi otobüsüme binip evime gideceğim. cebimde yalan olmasın 25 lira para var, neyse stada vardım. enteresan bi hava var sami yen önünde bomba zamanlarımız, kimse de real'den korkan bir hal yok. ortalıkta karaborsacılar cirit atıyor, ulan dedim bir sorayım bilet kaç para diye. çıktığı an bitmiş biletler eski açık gişe fiyatı 10 lira falan, rakamlardan emin değilim 35 lira dedi. pazarlık yalvar yakar, abi dedim şehir dışından geliyorum belki hayatımda ilk ve son kez maç izleyeceğim dedim, karaborsacı şöyle bir tipime baktı '' hadi lan yarrak kravatında şişli lisesi yazıyor sen kimi sikiyosun'' dedi. bende mal gibi param yetiyormuşcasına adamla pazarlık ediyorum hala. en sonunda ağzından 30 olur kelimeleri döküldü, hala 5 tl eksiğim vardı. hayatımda ceketimin ceplerine tek bir allah kuruşu koymayan ben, sikilmiş sıpa gibi her cebimi yokluyor, pervasızca mecidiyeköy sokaklarında bir o yana, bir bu yana dolanıyorum. uzun yoklamalar sonucu elimde olan, 25 tl ve paso üzerine delinmek sureti ile montajlanmış bir akbil var. liseliler bilmez, o zamanlar bu akbiller depozitolu o aklıma geldi birden. sanki arşimet'in suyun kaldırma kuvvetini bulmuş gibi buldum buldum diye içten içe bağırıyorum. neyse gittim köprü altındaki akbilci dayıya bunu bozdurucam abi dedim, sanki kuyumcudan tam altın bozdurup parayı kumarda yiyecek adam gibi pervasız ve mutluyum. eksik kalan 5 tl mi aldıktan sonra soluğu karaborsacı gavat'ın yanında alıyorum. bileti alıp eski açık semalarında maç saatini beklemeye başladım, hayaller kuruyorum öyle koyacağız böyle inleteceğiz diye, sonra aç olduğumu ve paramın olmadığını düşünüp içimi bir hüzün kaplıyor. :( ve maç başlıyor. collina'yı elinde düdükle görünce içimi bir huzur kaplıyor. derken maçın başlarında kalesini terketmeye meyilli bir casillas var daha sabii subyan hagi uzaklardan yoklayarak koçum burası sami yen akıllı ol mesajını veriyor. umutlarımız bu şutla daha da filizleniyor. ufak ufak jardel ile baskılarımızı artıyor bu iş olacak diyoruz. arkasından yine hagi sahneye çıkıp yine casillasa diablo akıllı ol sikerim belanı diyor, bu dakikadan sonra casillası kale çizgisinden ayrılırken göremiyoruz. oyunu hakimiyetimiz altına aldığımız dakikalarda real bir duran toptan golü buluyor arkasından 2. golü yiyoruz ilk yarı bitiyor. ben içerde verdiğim son parayamı yanayım yenildiğimize mi yanayım eve nasıl döneceğime mi yanayım ufaktan tutuşmaya başlıyorum. ikinci yarı başlıyor taraftarlarımız maçtan ayrılmaya başlıyorlar tribündeki abiler avaz avaz bağırıyor gitmeyin beyler bu maç döneecceeek diye. neyse gidenler gidiyor bu arada fatih akyel giriyor oyuna o günün kahramanı olacağından henüz haberdar değil sağ taraftan yaptığı bir ortaya jardel vuruyor ama top direğin yanından auta çıkıyor üzerimizdeki ölü toprağını atıyoruz. arkasından hasan şaş'a bir penaltı yapılıyor ve ümit davala skoru 1-2 yapıyor ali sami yen den çıkışın olmadığını hatırlayan oyuncularımız hasan şaş ile beraberliği yakalıyoruz real'in eli ayağına dolaşıyor ruh gibi dalaşıyor sami yenin çimlerinde. bunu fırsat bilen aslanlarımız fatih akyel'in roberto carlos'un yanından bir pegasus gibi süzülerek geçtikten sonra kestiği ortayı jardel müthiş bir kafa vuruşu ile 3-2 yapıyor maçı, eski açıkta taraftarlar zıplarken resmen esniyor stat yıkıldı yıkılacak böyle bir mutluluk yok maçın sonlarına doğru kulaklarda taraftarın bağırdığı bir melodi '' köpekler istedi atlar yine ölmedi'' taraftar lucescu'ya atıfta bulunuyordu gırtlağımız patlamıştı adeta o ana kadar hayatımda böyle bir maç daha izleyemeyeceğimi bilmiyordum nirvana'ya ulaşmıştım. maç bitti o an gaziosmanpaşa'da oturduğumu hatırladım nasıl gidecektim eve bilmiyordum babamı aradım ben gelemem dedi bu saatte bende ok ben gelirim sen gelme mk dedim olacaklardan haberi yoktu bi taksi tutup eve geldim kapının önüne geldiğimde babamı taksimetrenin acı gerçeği ile karşı karşıya bırakmıştım. o gece babam dan taksi parasını ödedikten sonra çok güzel bir ata sözü duymuştum şöyle dedi tatlı sert '' hacivat am siker ceremesini karagöz çeker'' demişti.
    o geceki kadar mutlu uyuduğumu hiç hatırlamam her şey için değmişti, bir kez daha anlamıştım türkiye'de bir taraftara bu mutluluğu yaşatacak başka bir kulüp yoktu
    teşekkürler galatasaray herşey için teşekkürler.
    tanım mı: ali sami yen in çimlerine bir dünya devini daha gömdüğümüz maçtır.
  • 161
    işte böyle her sene böyle real'e de böyle koyarlar aman tezahüratının yapıldığı epik maç.

    künyesine bakarsak şampiyonlar ligi 2000-2001 sezonu çeyrek final ilk maçıdır. bir önceki sezon uefa kupasını kaldırmış, ligde de üst üste 4. kez şampiyon olmuştuk. imparator fatih terim fiorentina'ya gidince yerine mircea lucescu gelmişti. hakan şükür'ün inter'e gidişiyle oluşan boşluğu da türkiye gol kralı serkan aykut ve avrupa gol kralı mario jardel ile doldurmuştuk.

    onun dışında şampiyon kadroyu korumuştuk. uefa finali sonrası birkaç takviye ile şampiyonlar ligi'nde bir süpriz kovalama senaryoları tartışılıyordu. doyumsuzluktan güç alan, çok mevkili oyuncularla rakipleri yoran bir oyun yapımız vardı. yeteneğin hala ön planda olduğu yıllardı. büyük takımlar her mevkide kaliteli oyuncularla fark yapıyordu, küçük takımların çok koşarak rakipleri yıpratarak bazen süprizlere imza atabiliyordu. galatasaray'ın oyun tarzı bu ikisinin arasında bir yerdeydi. futbolcuların maç içinde topa göre birkaç mevkiye gitmesi o yıllardaki türkiye için zamanın ötesindeydi. avrupa'da ise hücum seven beklerin ileri çıkması, defans da yapabilen orta saha oyuncularının "dmc" pozisyonuna geri gelmesi gibi çok kısıtlı şekillerde kullanılıyordu.

    galatasaray 1996-2000 arasına bu oyun anlayışıyla damga vurmuştu. fitness olayının bu kadar ön plana çıkmadığı dönemde her maç ciddi anlamda koşuyordu. sahanın her mevkisinde rakipleri çok zorlayan bir pres, topa göre dalgalanma, bloklar arası mesafeyi bilinçli daraltıp genişletme, formasyonu değiştirme gibi şeyleri maç ve rakip ayırt etmeksizin doksan dakikaya yayabileceği kadar yaymaya çalışıyordu.

    ancak lucescu'nun gelişi ile galatasaray kadrosunu korusa da yeni bir oyun anlayışına dönüş yapmıştı. rakipleri bayıltan agresif oyunun yerini temkinli, bekleyen, güvenliği elden bırakmayan bir sisteme geçiş sezonuydu aslında 2000-2001 sezonu. sık sık hoca ile takım arasında anlaşmazlıklar yaşanıyordu, takım bildiğini oynamaya çalışırken hoca sık sık düzeltmeye çalışıyordu. o dönemin futbolcularının da söylediği, o kadroyu dürten birşey vardı ileride basmak için.

    real madrid ise bir önceki sezonun şampiyonlar ligi şampiyonuydu. o sezon bizi geçtikten sonra şampiyon olacak bayern münih'e yarı finalde elenecek, ertesi sezon yine şampiyonlar ligini kazanacaklardı. los galacticos felsefesini yansıtan bir kadro yapıları vardı. hemen her mevkide dünya yıldızı kalibresinde oyuncuları vardı. rakip presi işlevsiz hale getiren bir pas oyunu oynuyorlardı, oyuncuların teknik ve mental kapasitesi rakip tanımaksızın aynı rahatlıkta bunu yapmalarına imkan veriyordu. defansı pek düşünmezlerdi, tüm teknik kabiliyetlerine rağmen sıkıştıkları ender zamanlarda ise topu sağ geriye kadar döndürüp sol öne atarak roberto carlos ile buluşturarak rakibin dengesini bozabiliyorlardı.

    rapid maçıyla başladık sezonunun ertesi de st. gallen maçlarıya başlamıştı. araya real madrid'le oynanan süper kupa maçını da katarak 15 maça çıkmıştık avrupa'da bu doksan dakikaya kadar. iki grup aşamasını geçmiştik. ikinci gruplarda 5. maçta o yıllarda gedikli olduğumuz bir diğer avrupa devi milan'ı sami yen'e gömüp çeyrek finali garantileyince psg deplasmanında rotasyon yapmıştık. gruptaki yeri belli olan psg'ye kaybedilen maç bizi leeds united yerine real madrid'in karşısına çıkarmıştı.

    ali sami yen'de 20 ekim 1999 galatasaray chelsea maçından beridir süre gelen bir yenilmezliğimiz vardı. yaklaşık 18 aydır, 12 avupa kupası maçında mağlubiyet görmemiştik. maçı uğurlu hakemimiz pierluigi collina yönetecekti. müteveffa mabedimiz yükünü almanın ötesinde bir doluluktaydı. cem uzan'ın gider ayak attığı kazıkla teleon ekranlarında yayınlanan bu maçı kahvehane köşelerinde takip eden milyonların* kulağında sabri ugan'ın buğulu sesi yankılanıyordu. yeni bir avrupa zaferi için tüm şartlar hazırdı aslında...

    maçın ilk yarım saatlik bölümü iki takım da pozisyonlar bulmaya çalışsa da rakip defansı gafil avlamayı başaramadılar. hagi ve figo gibi iki usta ayağın kullandığı serbest atışlar da kaleyi bulamadı. 33. dakikada figo'nun kapalının ortasının önünden kullandığı serbest vuruşa ivan helguera kaptan bülent'in üzerinden kafayı vurup golü atmıştı. bu golden 10 dakika sonra sol kanattan bir taç atışıyla hızlı gelişen atakta dengesiz yakalandık. bu kez claude makalele oluşan boşluktan hızla ceza sahasına bindirme yapmış, son anda kademeye girmeye çalışan kaptanı da kolayca sıyırıp ikinci golü attı.

    devre arasına girilirken gerek tribündekiler gerek ekran başındakiler "buraya kadarmış" diye düşünmeye başlamıştı. kötü oynamıyordu galatasaray ama bir türlü olmuyordu. üzerine de devrenin sonlarında basit hatalarla yenen iki gol vardı. santiago bernebau'da 2 golü çıkarmak mümkün değildi ama olası bir hezimet skor da çok uzak değildi artık... ikinci yarıya sakatlanan capone'nin yerine fatih akyel, suat "the rock" kaya'nın yerine de lucescu'nun manevi oğlu bülent akın değişiklikleriyle başladık.

    nitekim ikinci yarının başında tribünlerin herşeye rağmen verdiği hadi artık desteği, iki oyuncu değişikliğinin sahada yaptığı farklılık derken hasan şaş'ın ceza sahasına girdiği pozisyonda penaltı düdüğü çaldı. topun başına gelen ümit davala milan maçında attığı köşeye topu attığında dakikalar henüz 47'yi gösteriyordu. bu golle takım silkelendi ve biraz da oyun disiplininden koparak bildiğini oynamaya başladı. okan dahi sağ açığa geçip bindirme yapmaya falan çalışıyordu.

    65. dakikada kapalı tribün önünden bir taç atışı kullandık, dar mesafede ümit-okan-fatih-hagi dörtlüsünün paslaşmasından sonra roberto carlos'un yanından sıyrılan fatih bir anda topla birlikte ceza sahasının yan çizgisine kadar girmiş oldu. hasan şaş tıpkı makalele'nin attığı goldeki gibi defansın dalıp boşalttığı alanda mükemmel bir şekilde kendini gösterdi. fatih de gayet güzel bir pasla hasan'ı gördü. golü atan hasan hızını alamayıp son sürat yedek kulübesine koşarken tribünler sevinçle dalgalanıyordu.

    10 dakika kadar sonra roberto carlos kapalının önünde topla buluştu. topla gayet rahat buluşmasına rağmen fatih ve okan ikilisinin presinden çekinip topu helguera'ya verdi. okan kovalamaya devam edince bir an tereddüt etti ve o sırada topu kaptırdı. okan helguera'ya basarken fatih de aynı anda bindirmeye başlamıştı. 10-15 metrelik bir mesafede bir anda fatih carlos'u gerisinde bırakmış oldu. topu önüne carlos'u arkasına alıp köşe gönderine kadar gitti ve topu ceza sahasına ortaladı. maç başından beri rahat pozisyon bulamayan jardel de en iyi bildiği şeyi yapıp kendini topla buluşturdu, daha doğrusu kafasını topun düştüğü yere getirip golü attı.

    mecidiyeköy'de yer gök inliyor, kahvehanelerde yer yerinden oynuyordu. mario jardel ise 2 sezonda toplamda 5. kere real madrid'e gol atmanın sevincini yeni açık ile numaralının birleştiği köşede dans ederek kutluyordu. 4 kasım 1992 galatasaray eintrach frankfurt maçında kapalıdan atılan davulun yanına ise yeni açık baca tarafından jardel'e atılan su şişesi geliyordu. gol sevincini golü atan futbolcuya ezilmiş su şisesini atarak kutlayan bir cinnet haliydi bu. real madrid'e yarım saatte 3 gol atmayı cinnet geçirmeden kutlamak imkansızdı zaten.

    tam bu golün üzerine jardel'in attığı goldeki ince ofsayt, tribünlerin sarsıntısının staddaki bazı ışıkları söndürmesi, uzatmalarda okan'ın kalecinin üzerinden aşırdığı ama üst ağlara giden top ve son dakikada tüm tribünlerin böğürerek katıldığı işte böyle her sene böyle real'e de böyle koyarlar aman tezahüratı maça dair akıllarda kalan son detaylar.

    bir de sabri ugan'ın 5 dakikada bir "digitürk bu ayki taksidi ödeyemedi, lig maçları önümüzdeki sezon yine teleon'da olacak " şeklindeki anonsları...

    digitürk o ayki taksidi ödedi, hatta takip eden 19 yılda da düzenli olarak ödemeye devam etti.
    teleon ertesi sezonu göremedi.
    biz 2 hafta sonra bernebau'ya "önemli olan katılmaktı" diye gidip tertemiz 3-0'la eve döndük.
    ali sami yen'de 7 avrupa maçında daha kaybetmedik, 8. maçı da ofsayt bir golle kaybettik. aynı kaleye daha açık bir ofsayttan yediğimiz gole bayrak kalkmadı.
    sonra o ali sami yen'i yıktılar. doldurma bir tepenin üzerindeki stada taşındık...

    bir zamanlar maziye bak ne kadar da şendik be...

    (bkz: tarihte bugün)

    bonus track:

    (bkz: süüpeer maaryoo jardel $ık $ık jardel $ık $ık)
  • 162
    galatasaray'ın 4 sene üst üste şampiyonluk, uefa kupası ve uefa süper kupası şampiyonluğunun ardından artık avrupa'da bir numaralı kulüp olup en zirveye çıktığı gün. bu iki avrupa şampiyonluğundan sonra o günkü dünyanın en iyi takımını yenip şampiyonlar ligi yarı finaline kapı aralamak bugün ancak real madrid, barcelona ve bayern münih'in birbirlerine yapabildiği şeyler. bir tek geçen sezon ajax buna benzer bir işe imza attı.

    ki bana göre galatasaray 18 nisan 2001'deki rövanşta popescu olsa ve hakem alenen real madrid'i desteklemese yoluna devam eder, o yıl nick'ime de ismini veren kupayı alır müzeye koyardı.

    bu maçtan sonra şenes erzik galatasaray'ın o günkü gücünü ifade eden bazı cümleler kurmuştur;

    "galatasaray’ın finale yükselmesini dilediklerini belirten erzik, "ben, alınan bu sonuçlardan özellikle gurur duyuyorum. uefa’nın kulüplerden sorumlu asbaşkanı olarak dileğim galatasaray’ın bu turu da geçmesi ve avrupa şampiyonlar ligi’nde final oynayarak kupayı kazanması. ama şu bir gerçek ki artık avrupa’da başımız dik dolaşıyoruz. bundan daha büyük mutluluk olamaz." dedi.

    erzik, galatasaray’ın son 5 yılda real madrid ile birlikte avrupa’nın en büyük 2 takımından biri olduğunu söyledi.

    galatasaray’ın real madrid’i son 8 ayın içinde 2. kez yendiğini vurgulayarak, bu sonuçla da rakibine avrupa süper kupası maçının rövanşını vermediğini kaydetti."

    ayrıca galatasaray bu maçtan sonra 2000 uefa süper kupası şampiyonu sıfatıyla hiç düzenlenemeyecek olan 2001 fifa dünya kulüpler şampiyonası'na davet edilerek eriştiği gücü cümle aleme göstermiştir.
  • 163
    6. veya 7. sınıftayım,maçı babamla ankara seyranbağları semtinde bir kahvede izliyoruz.kahve çok kalabalık,o zamanlar tabi sigara içiliyor içerde deli gibi sigara dumanı var.maç başladı çok heyecanlıyız,ama ilk yarıyı 2-0 geride kapattık.kahvedeki dayıların büyük kısmı ilk yarı evlerine gitti,kahvede az kişi kalmıştık,daha doğrusu inanan kişiler kalmıştı.babam dedi otur oğlum maçı bitirip öyle gidelim.

    daha sonra hikayeyi biliyorsunuz 3-2 maçı çevirdik,her gol kendimizden geçtik,muhteşem bir maçtı,dünya devi real madride karşı 2 farklı yenilirken durumu 3-2 yapıyorsun.gerçekten unutulmaz bir maçtı.

    biz inananlar maçı izledik o muhteşem ana tanıklık ettik.
    jardelin golünden sonra sesim kısılmıştı:(

    sözlükte kullandığım nicki o maçta jardelin attığı golden dolayı kullanıyorum.
  • 169
    hem türk futbolunun hem de 120 yıllık galatasaray'ın tarihinde gördüğü en zirve nokta.

    çünkü galatasaray'ın karşılaştığı real madrid sıradan bir real madrid değildi. 1997-2002 yılları arasındaki 5 sezonun 3'ünde şampiyonlar ligi şampiyonu olmuş bir real madrid'ti.

    sen bu real madrid'in elinden 2000 ağustos'unda süper kupayı alıyorsun, yetmiyor 2001 nisan'ında şampiyonlar ligi çeyrek finalinde yine onunla eşleşip 2-0 geriye düştüğün maçta geriden gelip 3-2 kazanarak o tarihin en güçlü takımının en güçlü versiyonunu evine hüzünle gönderiyorsun.

    1999-2001 arasında dünyanın en büyük takımıydık kim ne derse desin. bu maç da bunun en büyük ispatıdır.
App Store'dan indirin Google Play'den alın