• 1
    radikal futbol'un editörlüğünü yapan spor yazarı. oldukça özgün bir dile sahiptir, genelde klasik cümleler kurmadığı için kendini okutturur. futbolun dışında sinema eleştirileri de yapan bir kalem kendisi.

    bu hafta radikaldeki yazısında olaylı diyarbakırspor-fenerbahçe maçı sonrası eleştiriler yağdıran fenerbahçe yönetimine hafiften laf sokmuştur. bunlara tepki veren adamların geçen sezonki efes-fener basketbol maçı sonrası yaşananlarda da aynı tepkiyi verebilmesi gerekir; öyle ki nasıl "kendi çocukları da sahada" olabilir dendiyse, yine başka çocuklarda yarın bir gün "o parkelerde olabilir" diyerek konuya başka bir açıdan yaklaşmıştır. takdire değer bir yorumdur zannımca, hiç kimse diyarbakır'da olanları onaylamadı ama asıl istanbul'un göbeğinde olanların nasıl üzerininin kapatıldığı da yeniden gündeme getirilmiş oldu, ellerine sağlık!
  • 2
    galatasaray futbol takımını eleştirenlere karşı yazısı;

    --- alıntı ---

    marx, lenin öldü, skibbe gitti, rijkaard hedefte, ben de kendimi iyi hissetmiyorum..

    türk hava yolları, 18 ocak 2010’da barcelona’yla resmi sponsorluk anlaşması imzalıyor. o gün ve takip eden zaman diliminde bu haber televizyonların ve gündelik basının en önemli haberle- rinden. peşi sıra imza töreni dolayısıyla barcelona’ya giden türk basını üyelerinden bol bol anı dinliyor, okuyoruz. takım otobü-sünde messi’nin, xavi’nin, ıniesta’nın yerine oturanlar, takımın müzesindeki efsanevi kupalarla boy boy fotoğraf çekilenler, camp nou’nun havasını soluyanlar, izledikleri maçı ballandıra ballandıra anlatanlar vs. buraya kadar olanlar elbette normal. ben de o ‘mabed’e gitseydim ve o çok sevdiğim takımın havasını solusaydım, böylesi anılar bütününü kaleme alırdım. peki şimdi, bir ya da birkaç günlük etkinin yaptırdıklarına, yazdırdıklarına bakalım ve ‘frank rijkaard meselesi’ni bir de bu gözle inceleyelim. surinam asıllı hollandalı, türk basınının kısa bir zaman diliminde gezip tozduğu mekânlarda, atmosferde tam dört sezon geçirdi. o takım otobüsüne hakkıyla kuruldu, o müzeye sadece bakmadı, katkıda bulundu, kupalar ekledi, camp nou’da her türlü heyecanı, mutluluğu ve trajediyi yaşadı, o dev yıldızlara taktik verdi, onlarla üzüldü onlarla sevindi. ve sonunda yolu bizim buralara düştü. şimdi ligin bitimine yedi hafta kala güzide spor basınımız rijkaard ismini tartışıyor.
    geçen hafta galatasaray-fenerbahçe derbisini yerinde izledim. maç sonrası sarı-kırmızılı takımı takip eden muhabirlerin dillerinde ve zihinlerinde tek bir yargı vardı: “rijkaard gitsin...” niye? çünkü bu takımı, ne hale getirmişti. aynı muhabirler geçen sezon da benzer bir mantıkla skibbe hakkında benzer bir yargıda bulunmuş, hatta genç alman’ın serüveni bu haftalara kadar bile sarkmadan yönetim biletini çoktan kesmişti (tam bu noktada çarpıcı bir anektod aktarmak istiyorum: yaklaşık iki ay önce televizyon kanallarında pek tanımadığım ama basın tribününde rastlaştığım bir yorumcu, skibbe’ye kötülüyor ve “biliyorsunuz, takımı devre arası iyi çalıştırmadı ve ardından başarısızlık geldi” diyordu. malum, skibbe her sezon ortasında çalıştırdığı takımla birlikte antalya’ya geliyor. iki sezon önce leverkusen’le, geçen sezon galatasaray’la, bu sezon da eintracht frankfurt’la geldi. sanırsınız ki bu arkadaş, bütün sezon aralarında skibbe’nin takımlarının yanındaydı ve ikinci yarılarının istatistiğini tutmuştu. nereden duymuşsa bu ‘çok değerli’ saptama kulağına çalınmış ve kendince gerçek bellemiş; ciddi bir tez gibi gibi sunuyor. öte yandan skibbe ’nin e. frankfurt’u bu aralar bundesliga’yı sallıyor. kırmızı-siyahlılar üç hafta önce bayern münih’i 2-1 yenerek, son yenilgisini 26 eylül 2009’da hamburg karşısında alan lidere, 17 maç sonra mağlubiyeti tattıran ilk takım oldu).
    rijkaard’ı ipe çekmeye çalışanların temel tezleri ise takım kurmayı bilmediği ve özellikle orta sahaya mustafa sarp ve mehmet topal’a teslim ettiği. iyi de aynı kalem erbabları değil miydi mehmet topal’ı son iki sezon boyunca everton’a, manchester city’ye ve dahi valencia’ya transfer ettirenler? aynı kalemler değil miydi, sarp sezonun ilk bölümünde takımın tüm yükünü sırtlayıp zor maçlarda rakip kilitleri kıran golleri atınca, ‘sarp kapısı açıldı’ türünden başlıklar atanlar? tabii bu toz bulutu içinde benzer eleştirilerden elano da payını alıyor. “bu nasıl brezilyalı?” en çok dillendirilen ifade. evet bu nasıl brezilyalı, bu nasıl elano? kendi milli takımında, verkaç yaptığı isim kaka ya da pato, topu indirdiği yerde nilmar ya da luis fabiano var. geri döndüğünde de lucio ya da maicon’la oynuyor. dolayısıyla ‘bu nasıl brezilyalı?’ toptan bir projedir ve elano, bütün bu projenin sadece bir noktasıdır ve sistemin kendince bir kilit taşıdır.
    dönelim rijkaard meselesine... bu tartışmadaki öncelikli bir başka tez de ‘barcelona’yı babam da çalıştırır’dır’. lakin bu tezi dillendirenlerin babaları ne yazık ki ömürleri boyunca böylesi bir durumla karşı karşıya gelmemişlerdir. ne acıdır ki de, ne babaları, ne de kendileri hayatları boyunca böylesi bir ‘sıradan ’ vakanın sıradan bir unsuru olamayacaktır. kendi işlerini doğru dürüst yapmaktan uzak, doğru dürüst yazı yazma, doğru dürüst kendilerini ifade etme yetilerinden nasip almadan mesleklerini yıllardır icra ettiklerini sananlar, ‘kapalı ekonomi’nin spor gazeteciliğindeki bir uzantısı olarak o makamlara hasbelkader gelmişler ve hasbelkader gideceklerdir. artlarında kayda değer tek bir satır bırakmadan...
    dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir futbolsever rijkaard’ın görüntüsünü ajax’tan, milan’dan, hollanda milli takımı’ndan, barcelona’dan, kimbilir belki de galatasaray’dan hatırlayacaktır ama ona kapıya gösterme ‘cahil cesareti’ni gösterenler, evrensel kriterlerden hiçbirini içermeyen futbol görüşleriyle, ola ki hollandalı gönderilecek, kendileri o kapı arkası kuyu kazma geleneklerine kaldıkları yerden devam edeceklerdir. bu arada diyelim ki adnan ‘ali’ polat ‘şen ’ ve yönetimi, rijkaard’ı daha ilk sezonunda gönderdi; galatasaray işte bu yolla barcelona’dan daha büyük olduğunu gösterebilir. çünkü malum hollandalı, ‘katalan devi’ndeki ilk sezonunda başarılı olamamış, 2003-2004 sezonunda başladığı serüvenini ancak ikinci yılında la liga şampiyonluğuyla taçlandırmıştı. galatasaray, rijkaard’ı kovarak, başarısızlığa olan tahammülsüzlük açısından barça’dan bile daha büyük olduğunu cümle âleme kanıtlayabilir. bir ‘dünya kulübü’ne de bu yakışır...

    --- alıntı ---
  • 4
    --- alıntı ---

    sarı-kırmızılı camianın yeni mekânı aslantepe ya da ‘resmi’ adıyla türk telekom arena’nın açılışı gerçekten ‘tarihi’ oldu. son derece zevkli ve maharetli ellerin hazırladığı belli olan gösteriler, açılış seremonisine teşrif edenleri büyüledi. lakin takımın futbol kalitesi yine sorunluydu, dolayısıyla geceye damgasını ‘hagi’nin aslanları’ değil, tribünlerin bizatihi kendisi vurdu. malum, camia uzun süredir başkan adnan polat ve yönetimine tepkili, dolayısıyla hem ali sami yen’deki beypazarı maçıyla yapılan kapanışta, hem de arena’daki açılışta polat’a gösterilen tepkiler artık normalden sayılıyor. cumartesi gecesinin normalden sayılmayanı, başbakan recep tayyip erdoğan’a olan tepkiydi.
    yaşandı ve bitti, şu aralar artık bu tepkinin tortularının ardından geziniyoruz. basının genel refleksi, ‘skandal’ ve ‘tatsızlık’ tanımları etrafında toplanıyor. fatih altaylı gibi işi ‘ayıptır ayıp’a götürenler de var. benzer bir tartışma ağustos’ta başlayıp eylül’de sona eren dünya basketbol şampiyonası’nın finalinde de yaşanmıştı. hatırlanacağı gibi orada da ödül töreni esnasında başbakan ‘bir grup’ seyirci tarafından protesto edilmişti. o dönem de bu tavır eleştirilmiş ve temel argüman olarak da, ‘yeri ve zamanı değil’ kullanılmıştı. üstelik ‘suç’ bütün dünyanın gözü önünde işlenmiş, yani en çok korktuğumuz şeyle, ‘ele güne karşı rezil olduk’la karşı karşıya kalmıştık (çok şükür cumartesi geceki vakada bu kez, ‘yabancıya rezil olduk’ hissi yaşanmadı. ajax’ın başındaki frank de boer bile, eski bir galatasaraylı olarak bizdendi).

    hyde park vardı da mı gitmedik?
    doğrusu türkiye-abd finali sonrası düzenlenen seremonide yaşananlara ilişkin bir yorumum yok. ama, “yapanlar kameralarla tespit edilecekler” yaklaşımının, o olayın ‘çok ayıp’ olarak nitelendirilmesinin ardından, ‘asıl gerçek ayıp’ olarak tarihe daha fazla geçtiği kanısındayım. ‘aslantepe vakası’na gelince, eleştirilerde yine ‘yeri miydi?’ vurgusu öne çıkıyor. bir diğer vurgu da stadı yapan hükümet ve toki mantığı üzerinden üretilen ‘nankörlük’ tezi. şimdi, bu yer ve zaman meselesi oldukça izafi. öğrenciler dolmabahçe’de yürüyor, ‘yeri mi?’ deniyor, tekel işçileri sesini yükseltmek istiyor, ‘yeri mi?’ deniyor, türk telekom arena’da neredeyse bütün stat, ‘münferit’ damgasından uzakta başbakan’ı protesto ediyor, ‘yeri mi?’ serzenişleri yükseliyor. sahi, türkiye’de bir hyde park var da ben mi bilmiyorum? söyler misiniz, neresidir bu doğru yer ve de zaman? adamın şehrine git, heykeline “o ucubeyi yıktıracağım” de, dizisine “yasaklayacağım” tehditinde bulun, içkisine “yok canım, karışmıyorum” derken “istediğiniz kadar zıkkımlanın” imasına soyun ve tüm bu eylemler için yeri ve zamanı sen belirle, iş protestoya gelince, “yeri değil” de. bana çok da mantıklı ama her şeyden öte adaletli gelmedi.

    yakaladın mı atacaksın…
    diğer protestoları bilemem ama seyrantepe’dekine ilişkin sadece futbol üzerinden şöyle bir tanımlama yapabilirim; malum bu oyunun en bilinen gerçeklerinden biri, “yakaladın mı atacaksın”dır. başbakan ve dünya görüşüne tepki duyanlar, tayyip bey’le bir daha nerede karşı karşıya gelecek ki? meseleye tepkililer, cumartesi gecesi aslantepe’de uygun pozisyonu yakaladı ve değerlendirmeye çalıştı, olay bence bu kadar basit…
    gelelim protestonun ‘sosyolojik’ açılımına. o gece stada gelenler, galatasaray taraftar profilinin eni konu ‘elit tabakası’ydı. bir kere kombine sahipleri çoğunluktaydı, artı davetiyeliler vardı. bilindiği gibi yönetim, biletli seyirciyi açılışa çağırmamıştı (bunu da olası bir ‘protesto gösterisi’nden korktukları için yaptıklarını sanıyorum ama asıl soru çalışmadıkları yerden geldi). ve bir kez daha anlaşıldı ki, bu ‘eğitimliler tayfası’, akp iktidarından hoşlanmıyor ve buldukları fırsatı değerlendirme yoluna gidiyor.
    gelelim işin adnan polat boyutuna. sayın başkan, 2009’un şubat’ında ‘galatasaray türkiye’dir’ diye bir açıklama yapmıştı. aynı başkan, cumartesi gecesi protestolardan dolayı üzüntü duydu (evet, duyabilir) ama devletin ve futbolun yönetici sınıfı, stadı terk ettikten sonra kendisi de seyrantepe’den ayrıldı. şimdi ben de ahmet çakar üslubuyla soruyorum; biirr, sen değil miydin ‘galatasaray türkiye’dir’ diyen, o halde çizdiğin türkiye modeli böyle bir protestoya soyunmuş, niye kızıyorsun? ikiii, sen ve yönetimin değil miydi, futbolun endüstriyel yönüne sık sık vurgu yapan? taraftar, madem aynı zamanda müşteridir, o geceki müşteri de böyle uygun görüp davranmış, dolayısıyla ‘müşteri haklıdır’ı bilmen gerekiyordu. üüç, o gece statta tribünleri dolduranları bir anlamda sen ve yönetimin belirlemişti (kombine ve davetiye organizasyonlarıyla), o halde kendi belirlediğin topluluğun tavırlarına niye kızıyorsun? döörttt, tayyip erdoğan ve hükümeti, bugün var, yarın yok (yoksa hem yarın hem de yarından ötesi de mi var, bilemedim), ama o galatasaray taraftarı hep var, dolayısıyla stadı terk etmek, yakışık almadı (biliyorum bu madde fazla hamaset koktu, ama polat’ın hamasetine ancak böyle cevap verilir diye düşünüyorum).

    ‘mekân oynatıyor’ dersen
    yazıyı kaleme almadan hasbihal ettiğim sırrı süreyya önder de olayların müsebbibi olarak cem yılmaz’ı gösterdi: “sen kalkıp ‘mekân oynatıyor’ dersen, olaylar bu raddeye gelir!” son olarak yaşanan protestoların ilk kez ‘üç büyükler’in taraftarları arasında daha önceden görülmemiş bir ‘dayanışma’ya da kapı araladığını söylemeliyim, başta ‘ekşisözlük’ olmak üzere kimi internet sitelerinde, bazı fenerbahçe ve beşiktaş taraftarlarının, “bu gece ilk kez sizle gurur duydum” şeklinde, sarı-kırmızılılara övgüsü vardı. anlaşılan protestolar, ‘üç eğilim’i birleştirmiş.

    ortada fiili eylem bile yok...
    kısa bir zaman yolculuğuna çıkıp, ‘futbol-siyaset ilişkileri’ üzerine anıları da tazelemek lazım. zamanında kenan ‘netekim’ evren, gençlerbirliği ve galatasaray arasında oynanan ‘cumhurbaşkanlığı finali’ni, taraftarların küfrü yüzünden terk etmişti (küfür ona değil, karşı tribünlere ediliyordu). modern zamanların ‘muhteşem süleyman’ı demirel de fenerbahçe-galatasaray türkiye kupası finali sonrasında, üzerini yağan yabancı maddeler yüzünden (çünkü graeme souness kadıköy’e bayrak dikmiş ve ortalığı karıştırmıştı), kupa töreninde zorlanmıştı.
    ve fenerbahçe-panathinaikos maçında, rahmetli ismail cem’le birlikte saracoğlu’nda karşılaşma öncesi tur atan ve dostluk manzaraları sergileyen o zamanın yunanistan dışışleri bakanı yorgo papandreu, tam önümüzden geçmiş, ‘pana’ taraflarlarının önünde el sallamaya hazırlanıyordu ki, ‘yunanlı taraftarların bulunduğu topluluktan atılan bir ayran, ceketini beyaza boyamıştı. özün sözü şu; bütün bu olaylarda aynı zamanda ‘fiili eylem’ vardı. astantepe’de başbakan erdoğan’a yapılan ise sadece sözlü ve bunu da ‘demokrasinin bir cilvesi’ olarak görmekten yanayım.

    --- alıntı ---
  • 6
    13.11.2011 tarihli radikal'deki yazısını okuyunca beni gerçekten şaşırttı. o adını anarak ağzımı kirletmek istemediğim kıllı mahlukat için "dünyanın halihazırda en iyi kalecilerinden birisi" demiştir. uğur hocam ya sizin izlediğiniz dünya futbolu başka gezegende oynanıyor ya futbol diye izlediğiniz oyun güreş ya da sumo benzeri birşey. ya da yok yok suç bizde ,aslan takımın taraftarlarında. bu milli takımımızın kalesini koruyan dünyanın en iyi kalecilerinden birinin kıymetini bilemedik ,onun yeteneklerinin farkına varamadık. boşu boşuna top kurtarınca protesto ettik onu.
  • 11
    https://twitter.com/.../1683901232409083916

    mükemmel bir eleştiri yapmış. ben hayatımda böyle mükemmel bir eleştiri görmedim. başlığındaki bir yazıya bakınca rijkaard ve skibbe savunduğu gözüküyor. tipik bir yabancı hoca hayranıymış zannımca. rijkaard ve skibbe'nin dokunduğu takıma okan hoca dokunamamış. hadi ordan denir adama hadi ordan! çok sevdiğim bir karikatür var ama buraya atmıyorum.

    --- alıntı ---

    "bayramlık ağzımı’ erken açayım:)))) bu takıma bir ‘hoca dokunuşu’ var mı? yok. geçen sezonda da yoktu. ama ‘yıldızlar’ topunu oynayınca başarı ve şampiyonluk gelmişti. bugün geçen sezonun taşıyıcı isimleri yoktu, oynanan futbolun kalitesini gördük…

    --- alıntı ---

    eleştiriyi şöyle bırakayım da twitleri herkes okuyamıyor malum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın